MUHYİDDÎN İBN’ÜL ARABÎ’NİN “YILDIZLARIN MEVKÎ NEFS İLE SAVAŞ” KİTABINDAN ALINTIDIR.

30 okunma Mart 2024

MUHYİDDÎN İBN’ÜL ARABÎ’NİN “YILDIZLARIN MEVKÎ NEFS İLE SAVAŞ” KİTABINDAN ALINTIDIR.

 

Allah Subhânehû has kulunun yüce makamlara terakki etmesini dilediğinde, kulun özündeki düşmanları kula yakınlaştırır. Bu sayede kulun özündeki düşmanla yapacağı cihad yüce olur. Kul önce nefsî olan düşmanıyla harb etsin. Sonra da kendisinin özündeki düşmanların dışındaki uzak düşmanlarıyla savaşsın.

Halbuki nefsin yaratılışında muhalefet etmek esasdır. İşte bu duygu insanı haram ve mekruh olan her şeyi yapmaya, farz ve sünnetleri de terk etmeye azmettirir. Nefs, insana en yakın olan melanetten ve düşmanlardandır.

Artık insan nefsiyle hakkıyla cihâd yaptığında ve onu katlederse veya esir alırsa, o zaman insan bulunduğu makamın gerektirdiği şekilde ve edindiği menzillerin vereceği şeyler nisbetinde başkalarıyla olacak cihada yönelebilir. Öyle ise nefs cesaret ve hırslı olma bakımından en şedîd ve güçlü düşmandır. Bundan dolayı nefsle yapılan cihad büyük cihaddır.

İşte nefis şehvet-ı batn (mide) sahibini yemekle midesini tıka basa doldurtur. Halbuki o da biliyor ki dini ve tabii olan bütün hastalıkların ana sebebi hazımsızlıktır, insan cesedinin bozulması olan tabiî hastalıkları hazımsızlık peyda eder. Şöyle ki insan çeşit çeşit yemeklerle midesini doldurur. Ondan sonra hazm edemediğinden midede pis kokular ve kötü buharlar oluşur. Bunlarda bünye kaldırmadığından dolayı içten içe vuruşları oluşturur. İşte bu vuruşlarda insanın helak olmasına vesile olan acılar ve ağrılarının oluşumuna sebebdir.

Sen sen ol türlü türlü yemeklerden ve çeşit çeşit elbiselerden edineceğin güzel gıdayı azalt. Zira, insan bedeni yiyeceklerden nasıl ki gıda ediniyorsa elbiselerden de soğuk ve sıcaktan korunma açısından da gıda edinmektedir. O soğuk ve sıcaklık da açlık, tokluk, susuzluk ve kana kana su içmek mesabesindedir.

Öyle ise cisminin ibâdetlerde sebat etmesi için ye, iç ve giyin. Yoksa nefsin arzularını yerine getirmek için değil.

Nefis ise yiyecekler, içecekler, manzaralar, meskenler ve bineklerin içinde en alımlı ve güzel olanlarından başkasını arzulamaz. Nefs, her şeyin en güzel, en yüce ve en pahalısını ister.

Nefs, hiç kimsenin edinemeyeceği bunların en güzellerinin tamamını elde etmeye hususunda kusur etmez. Önde olmak, başbuğluk, başkalarının kendisine nazar etmelerini sağlamak ve parmaklarla gösterilmek güdüsü nefsi bunları işlemeye sevk eder. Bunları yaparken de hiçbir şeye ehemmiyet vermez ve yaptığı işlerin helâl mı, haram mı olduğuna aldırış etmez. Cismin durumu böyle değildir. O sadece edindiği yiyecek, giyecek, binekler ve meskenlerle korunmayı arzular. Öyle ise cismin (bedenin) tek bunları yapmakta yalnızca korunmayı murad etmektedir.

Rızık taksim edilmiştir. Kime ne verilecekse o malûmdur. Herkesin ise muayyen bir ömrü vardır. Dolayısıyla hiç kimse taksim edilmiş rızıktan ve tayin edilen ömürden fazlasını elde edemez.

Nefsin durumu akl-ı serînin aksinedir. Zira nefs her ne kadar hâlî hazırda himmeti nesnelerin en güzellerine taalluk etsede onların sonu çoğu zaman çirkeflikle görünmekle ve o nesneler ebedî kalmazlar. Zira nefs nikahlanacağı kimseye baktığında sadece onun çürüyüp yok olacak bedenî ve güzelliğine bakar, Değerli kumaşlarla yapılan elbiselerin akıbeti çöplüğe atılma olan süslerine, mimarisi mükemmel olan binaların akıbeti harabat olmalarına ve lezzetli yiyeceklerin akibeti olan pis kokulu yönlerine takılı kalır. Nefsin dünyada elde edeceği bütün güzel şeylerin akibeti görüldüğü gibi ya çürüyüp yok olmak ya çöplüğe atılacak paçavralar veya pis kokular yayacak pisliklerdir. Şayet nefs sadece şehvanî duyguyla bunlara sahip olmayı arzularsa ahiret hayatına onların intikal edeceği hiçbir faidesi rnevcûd olmaz.

Nefsin içinde bulunduğu hallerin en kötüsü, dünyada arzuladığı şeylerin kendisine verilmesi ve ölümle hem bu hayattan   hem   de   o   verilen   şeylerden ayrılmasıdır, işte bu da nefs için en büyük felâket ve müzmin hastalıktır. Nefs bu yurttan dünya hayatında işlemiş olduğu salih amellerden başkasının kendisini karşılamayacağı ahiret yurduna geçer. Onun ihtişamlı binaları, güzel hanımları ve leziz yiyeceklerinin hiçbir faidesî olamaz. Şayet nefs, dünyada salîh ameller işlememişse ahiret yurdunda sığınacağı bir meskeni olamaz. Zira o, dünyada ahirette kendisine lâzım olacak bir evi satın almamıştır. Onu kazanmak içinde çalışmamıştır. Allah'ın meşietinde o berzah da haps edilmiş olarak kalıverir.

Asli ihtiyaçlardan fazlasına ihtiyaç duyulmadıkça zaruri değildir, Zaruri ihtiyaçtan maksat, olmazsa olmaz anlamına gelen temel gereksimlerdir. Fazlalıklar ise o ihtiyaçlar gibi değildir. Fakat bazen fazlalıklarda ihtiyaç olabilir.

Nefsinle mücadele etmekten ötürü akşam yemeğinden bir lokmayı terk etmen o geceyi ibâdetle ihya etmenden hayırlıdır." buyurmuştur.

Helâl yiyecek ve içecekle tıka basa doldurulan mide, kötülüklerle doldurulmuş kapların en kötüsüdür."

"Kazancının tayyib olmasına bak ve dikkat et!." Böyle davrandığında nafile ibâdetlerin ister namaz ister oruç olsun seni geçip gitmelerine aldırış etme.. Öyle ise, helâl tayyibdir. Tayyib olanlarda tayyib şeyeri hâsıl ederler.

Allah nezdinde tayyiblerden (temizlerden) olan bir kimse de tayyib (temiz) yiyeceklerle gıdaianır. Tayyibler ise onlardan sadece temiz fiiller sudur eder.

Zira kim neye ehil kılınmışsa, o şeyde ona lâyık olmuştur. Şayet insan yiyeceklerin helâlıyla gıdalanırsa ve onu da azaltarak yerse kalbî münâcata, bedenin uzuvları ibâdetle, dili tilâvet ve zikre ve gözleri seher vaktinde uykuyu terk etmeye yönelir. Öyle ise, helâl yiyeceklerle gıdalanmak insanı ibâdet etmeye rağbet ettirir. O yiyecekleri azaltmak da o ibâdetlerdekl aşkı arttırır ve ibâdetlere karşı olan tenbelliği giderir. Artık bu iki faideden daha büyük hangi faide olabilir?. Bize de onları tahsil etmek düşer ve Allah'dan onların devamını taleb etmek de..

Beyazıd-ı Bestâmî -Allah ondan razı olsun- on iki yıl nefsinin demircisi oldu. Ondan sonra elli yıl terzisi. Ondan sonra zahiri zünnarıyı sekiz yılda kesmeye gayret sarf etti ondan sonra da Batın-i Zannarini bir yılda kesti. Ondan sonra ulaşabildiği en büyük nimetlere ulaştı ve onları kendisinde topladı.

Beyazıd’ı Bestami’ye sormuşlar; İnsanın kaç düşmanı var; Beyazıd’ı Bestami, iki buçuk düşmanı var demiş. 1. Nefsi, 2. Melanet (habis ruhlu) insan ve yarım olan şeytan demiş. Ben nefsimi 12 yılda yenebildim, melanet insanı 5 yılda yenebildim, şeytanı ise çok kolay (Allah’a sığınarak Eüzu billahi mineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim) diyerek yenebildim demiş.

Aile efradına harcadığın nafakan tertemiz helâllerden olsa da onda israf etme. Zira israf kötüdür. Onu işleyende kötülenen mubezzirdir. Zira Allah Subhânehû israf edenler hakkında şöyle buyurmaktadır:

«Çünkü saçıp savuranlar şeytanların biraderleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.» (İsrâ sûresi, âyet:27)

Nefislerin gıdası güzel ahlâkdır. Güzel ahlâk yoksa nefislerin bekası söz konusu olamaz. Nefsin de güzel ahlâkla ahlâklanması ancak kalbin ihlâs ile beslenirse. Kalbin de bu besinle beslenmesi de Ruh fevhîdle beslenmedikçe mümkün değildir. Ruhun bu besini sır tevhidte kamil bağlantı oluşturmadığı müddetçe Ruhun tevhidie beslenmesi noksan olur. Sırrında bağlantısı noksan olur sırrın sırrı edeble beslenmedikçe...

Aklınla eşya arasında tercihte bulunduğun, nefsinin hevasına kulluk ettiğin, şeytanın çizdiği yollara tâbi olarak lezzet putlarına tapındığın, isyan ve muhalefet vadisinde karanlıklar içerisinde yüzdüğün, gurur ayaklarıyla her şeye koşruğun ve her şeyin kendisine dönüş yapacağı Zâttan gafil olduğun halde ayaklarının hakikâtine vakıf olmak istiyorsun!!!...

"Kul güzel bir ameli işlemeyi niyet edipde işlemezse ona o niyetinden ötürü bir hasene (güzellikler) yazılır. Eğer niyet ettiği o güzel ameli işlerse onun için on katı fazlası hasene (güzellikler) yazılır.

Eğer kul kötü bir ameli işlemeyi niyet edipde onu işlerse ona bir kötülük yazılır. Eğer niyet ettiği o kötü ameli işlemezse ona hiçbir şey yazılmayacaktır.

"Allah Subhânehû ümmetimin unutarak ve yanlışlıkla işlemiş oldukları amelleri ve kalblerine gelen vesveseleri afv etmiştir." (Müslîm)

Tehdit edilen bir şahsın işlediği amel de afv edilen amellerdendir. Zira bu şahıs o fiili öldürülmek korkusuyla işlemiştir. Allah katında o bu amelden mesul değildir. Zira bu ameli kalben kasd ederek işlememiştir. O bu ameli işlemeye cebr edilmiştir. Allah Subhânehû yüce kitabında bu hususu şöyle beyân etmektedir:

"İnsan bedeninde bir et parçası vardır. O et parçası iyi ve sıhhatli olduğunda bedenin tamamı iyi ve sıhhatli olur. O et parçası kötü ve sıhhatsiz olursa bedenin tamamı da kötü ve sıhhatsiz olur.

Dikkat edin o et parçası kalbdir."