Hiç umutsuzluğa kapıldığınız oldu mu? Ya da küçük bir umutla çıkış yolunu buldunuz mu? Doktorların” birkaç güne çıkmaz, her şeye hazırlıklı olun” dedikten sonra hastanın kaybetmediği büyük umutla hayata dönen ve şimdi günlük hayatına devam eden çok insan var. Meşhur denemedir: ABD de bir idam mahkûmuna “az sonra zehirli iğneyle idam edileceksin” denilen ama su enjekte edilen mahkûmun yarım saat sonra umutsuzluk nedeniyle öldüğü hep anlatılır.
Umutsuzluk evrenseldir. İnsan sonlu varlık anlayışından sonsuz varlık olduğu gerçeğine umutsuzluk eşiğinden geçerek ulaşır. Sonlulukla sonsuzluk arasına sıkışan insan kendi oluşunu, olgunluğu, umutsuzluk gerçeğini yaşayarak bulur…
“Umutsuzluk uyumsuzluğun değil, kendine yönelen ilişkinin bir sonucudur.” Bu manada psikiyatri; umutsuzluğa düşene depresyon, anksiyete, stres teşhisi koymak ve sonra da bunu kimyasalla tedaviye kalkışmakla en büyük hatayı yapmaktadır. Yıllarca ilaçların iyileştirmediği hastaların bir bakış açısını değiştirmekle ve manevi dinamikle iyileştiği görülmüştür. Bu yüzden “Bakış değişirse akış değişir” sözü boşa söylenmemiştir.
Umutsuzluk; bir anlamda kişinin ölmeden evvel ölme eşiğine gelmesidir. Hazmedebilen, ölüm eşiğinin ötesine geçerek “Kendi Olma” ve “Olgunlaşma Kudreti” elde eder. Umutsuzluğa stres diyenler; her hastalığı buna bağlayanlar; insanların kendini dönüştürmesinin önüne geçmektedirler. Umutsuzluğa düşmek; sonlu varlık insanın, sonsuzluk gerçeğini kendi içinde bulmasıdır. Yaşadığı şok ve sıkıntı budur. İnsan, kendi sonluluğunda sonsuzu bulamaz. Bu yüzden intiharlar, isyanlar ve batağa sürüklenmeler doğmaktadır.
O halde ne yapmalı insan? İnsan; sadece sonlu- beşeri kapasitesi ile mantık yürütme ve akletme çabası ile değil, aklın ve mantığın kavrayamayacağı alanlar ve oluşumlar olduğu gerçeğini de kabul ederek yürümelidir. Ancak o zaman arayışını sağlıklı düzleme oturtabilir; sapma, isyan ve intihardan kurtulur. İnanç, iman ve insanı aşan ilahi sistem varlığının kabulü ile insan içindeki sonsuzu kavrar. Bunlara kapalı bir kavrama çabası başlı başına yıkım, sarsıntı ve sapmadır. İlahi olana sırt çevirerek sonsuzluk kavranamaz!..
İlahi olanı kabul; aklı, mantığı aşanları kabuldür. Aklın absürt, gerçek üstü, hayalî dediklerini kabul ve sindirmek! Sonsuza açık ruhla, sonlu bedenselliğin bütünlüğü ancak böyle dengeye getirilir.
Denge arayışında mısın? O halde korkma, Umutsuzluğunu sev, çok sev kardeşim…
İki tip umutsuzluk vardır;
1- Salt beşeri kapasitesi ile işleyen aşkın sistemi kavrama çabasından doğan umutsuzluk.
2- Beşeri Kapasitesini aşan bir sistem olduğu gerçeğini kabulle bunu kavramaya çalışmadan doğan umutsuzluk. İki umutsuzluk arasında derin, keskin farklar vardır.
Birinci tip umutsuzluk, bütün gerçekliği beşeriyetine vermiş, onunla her şeyi halledebileceğini düşünmüş, olmayacağını görüp açmaza düşünce de isyanı, içine gömülmeyi,
hezeyan ve intihara sürüklenen umutsuzluktur!
Neden bunaldı? Evrene nispetle insan varlığı; tüm vücuda nispetle bir hücre bile değilken; hücreliğiyle vücudu, bireyselliği ile evrensel sistemi kavramaya kalkıştı.
Mümkün müdür? Elbette değil. Mümkün olmayacağını görünce de iman adlı üst levela geçemedi, kendi kendini helak etti…
İkinci tip umutsuzluk; yani beşeri kapasitesini aşan sistem gerçeğini görenin umutsuzluğu; kutlu, verimli, üretken, estetik, sanatsal ve düşünsel özgün meyveleri olan umutsuzluktur. Onun çabası adeta ibadettir. O, mevcut umutsuzluğunun sonsuzluk eşiği olduğunu sezmiştir…
İkisi arasındaki farkı çarpıcı, uç iki örnekle söylersek biraz daha anlaşılacaktır.
“Ben hüzün nebisiyim” buyurur “Evrenin Kalbi”. Diğer tarafta da birileri “Acıların Çocuğu”, “Dertlerin Kadını” olmakla hüznü içselleştirir.
İki hüzün bir mi? İki içselleştirme aynı mı? Asla!…
Hangi umutsuzluk avantaj, hangisi dezavantaj? Beşeriyeti, egosunu her şey zannedenin umutsuzluğu dezavantaj, azap ve esfeli safiline indirici; Beşeriyetini ilahi olana açık seyretmekten doğan umutsuzluk; avantaj, ileri aşamada aydınlanma, huzur ve ahseni takvime yükselticidir.
Umutsuzluk; ölümcül hastalıktır. Ölümcül hastalık; kendisinden sonraya hiçbir şey bırakmadan ucu ölüme çıkan süreçtir. Bu manada umutsuzluk; kendisinden başka her şeyden insanı vazgeçirerek ölüme taşır. Ölmeden evvel ölmek tabir edilen uyanış süreci de umutsuzlukla hızlanır. Bütün tuttuğunuz dallar elinize gelmiş, bütün güvendiğiniz dağlara kar yağmış, bütün beklentileriniz boşa çıkmışsa umutsuzluk denen o ölümcül hastalık başlar. Adım adım ilerlersiniz hiç olduğunuzu fark etmeye. An be an yaklaşırsınız ölmeden evvel ölmek denen fark ediş sürecine…
Umutsuzluk; şimdiye kadar “Ben” diye tanımladığı değerler toplamının iflasını apaçık seyretmektir insan için. İnsanlardan, hayattan, var oluştan yana beklentilerin boşa çıkmasını çaresizlik içinde izlemektir. Bir anlamda kişinin kendi beninin eriyişini izlemeye başlamasıdır.
Bu eriyiş ve tükenişi izleyen iki tavırdan birini seçer.
1- Ben bittim, yok oluyorum, tükeniyorum. Kendi varlığını sanal benliği zanneden umutsuzluğu böyle anlayacak, derin bunalımlara düşecek ve belki de hayatına kendi elleriyle son vermeye teşebbüs edecektir…
Bu eriyişi seyirde ikinci tavrın adı yine birincisi gibi ben bittim seyridir. Ben bittim, yani ben gömüldüm, saklandım, örtüldüm, sırlandım; ben bir bitki gibi yeniden bitiyorum. Yeşeriyor, filizleniyor, yeniden doğuyorum. Ben kabuğumdan sıyrılıp çıkıyorum…
İnsanlardan gördüğünüz nankörlükler çok mu ağır? Yıkılan hayallerinize yanar mısınız?
Bir ömür koşup da ulaşamadığınız sizden kaçan hedefler ufukta kayboldu mu?
Umutsuzluğun öldürücü -pardon- yeniden diriltici mesajı size ulaşmış demek! Eğer görebilirseniz!
Eriyen, tükenen, yok olan sanal benliğinizdir. Gerçek benliğinizin yok olması zaten muhal çünkü o ebedidir. Onun için yokluk hayal bile edilemez. Öyleyse umutsuzluğa düşenin çektiği sancı bir tükeniş sancısı mı yoksa bir doğum sancısı mı? Bilmek gerek.
Ben bu yere tırnaklarımla kazıyarak geldim. Onun üzerine titredim, verdiğim emeği kimseye vermedim. Onu sevdiğim kadar kimseyi sevmedim, kimselere değer vermedim.
Örnekleri çoğaltabilirsiniz. Bunlar kaybettikleri anda azap çekecek; umutsuzluğu yok oluş sanacakların sözleri.
Taziyeye gelenlere hanımın düğününe hoş geldiniz diyordu 80 lik hacı amca.
Bir zamanların patronu iflas etmiş, ücretli işe girmişti. Zor olmalı dediler. Veren O, Alan O, ister patron eyler ister işçi, bize söz düşmez dedi.
Bunlar da umutsuzluluktaki dirilişi görenlerin sözleri.
Ellerimle büyüttüğüm
Solar iken dirilttiğim
Çiçeğimi kopardın sen
Ellere verdin (Barış Manço)
Büyüt, solarken canlandır, ellere versinler. Dayanılır gibi değil? Çok acı?
Beninden ayırıp gerçek bene iade etmek istemişler. Umutsuzluk eşiğinden ölümsüzlüğe geçirmek istemişler.
Sezar’ın üstüne çullanmışlardı. Öldürmek üzere gelen bir sürü adam. Son anda gözleri üvey oğlu Brütüs’ü gördü. “Sen de mi Brütüs?” dedi. Elleriyle büyütmüş, yetiştirmişti. Sezar, büyük kral diye mi dillerde hala? Yoksa “Sen de mi Brütüs” şoku mu onu ebedileştirdi?
Evet, umutsuzluk ölümcül hastalık. Kimini rezil ve sefil ederek öldürür.
Kimini de sırlayarak, dış dünyada yok alemler içre var ederek ölmeden evvel ölmeyi yaşatır.
Evren bakışın biçimini alan boşluksa, bakışınıza göre umutsuzluk ya felaketiniz ya selametiniz olarak görünür.
Peki ne diyor Kuran ve ilmin kapısı:
“Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.” Âl-i İmrân, 3/139)
Allah’ın rahmetinden ümitsiz olmak, günahkâr olmaktan daha tehlikelidir. Hz. Ali ra.