“Dünyanın en pahalı yatağı hangisidir biliyor musunuz? -Hasta yatağı. Arabanızı sürmesi için bir kişi kiralayabilirsiniz. Şirketinizi yönetmesi için bir kişiyi istihdam edebilirsiniz. Ancak hastalığınızı sizin için taşıyacak kimseyi bulamazsınız. Kaybedilen her şey yeniden kazanılabilir. Ancak kaybolduğu zaman asla yeniden elde edemeyeceğiniz bir şey var. Hayat.
Şu anda nasıl bir hayat sahnesinde olduğumuzla, zaman içinde, perdeler aşağıya inince yüzleşiyoruz.” Ünlü yatırımcı Steve Jobs’un son sözleri bunlar.
2010 başında kişisel bilgisayar dünyasında büyük bir devrim kabul edilen iPad’i tanıttığında hastalığı epey ilerlemişti Apple’nin kurucusu Steve Jobs’ın. Ağustos 2011’de Apple’ın CEO’luk koltuğunu Tim Cook’a devretti.
5 Ekim 2011 tarihinde ailesi tarafından yayınlanan bir bildiride “Steve Jobs aile üyeleri başucunda ve sükûnet içinde vefat etti.” açıklaması yapıldı. Apple geçen yıl dünyanın ilk piyasa değeri 1,38 trilyon doları aşan şirketi oldu. Bu yıl dünyanın en büyük 7 ülkesinden sonra 1,38 trilyon dolar değer ile dünyanın 8’inci büyüğü.
Hayatını ve sağlığını çok zengin olmak için harcayarak, ailesini, dostlarını, komşularını, çiçeklerini ve varsa hayvanlarını ihmal ederek ömür sermayesini tüketenlere bu kıssadan hisse; Sizin işlerinizi takip edecek, ilgilenecek çevrenizde onlarca insan bulabilirsiniz ama hastalığınızı üstlenecek hiç kimse bulamazsınız. O yüzden hasta yatağı, 1,38 trilyon dolar değerindeki Apple’den değerlidir. Ama ne yazık ki biz bunu yatağa düşene kadar bilemeyiz.
Zamanın herkese eşit ve peşin olarak verilen en büyük nakit sermaye olduğunu birileri şöyle anlatmış; Her sabah hesabınıza 86 bin 400 TL yatıran bir banka düşünün. Gün boyu istediğiniz kadar parayı harcamakta veya harcamamakta serbestsiniz. Parayı istediğiniz şekilde kullanabilirsiniz. Oyunun sadece tek bir koşulu var: harcamayı başaramadığınız meblağ ertesi güne devretmez, akşam hesabınızdan geri çekilir ve bu paranın hiçbir bölümünü ne sebeple olursa olsun saklayamazsınız. Bir önceki günün tutarının tamamını harcamış veya hiçbir bölümünü harcamamış da olsanız ertesi sabah hesabınızda yine 86 bin 400 TL bulacaksınız
Farkında olsanız da olmasanız da aslında hepimizin böyle bir bankası var. Bunu adı ise “Zaman” Eğer günlük hesabınızı kullanmadıysanız, bu zarar sizindir, geriye dönüş yok, yarından avans çekmek yok. Bugünü, bugünkü hesaptan yaşamalısınız.
Zaman hiç kimseyi beklemez. Dün artık mazi oldu. Yarın ise muamma. Bugün ise avuçlarımızın içinde bize sunulmuş bir armağandır. Ama bunun kıymetini kaç kişi bilebiliyor?
Ülkemizde ve dünyada patron olmak da farklı. Başarılı ülkelerde nasıl bir çalışma sergileniyor. Bir karşılaştırma yapacak olursak; Genel olarak Japon istihdam sistemi "Ömür boyu" istihdam garantisi esasına dayanır. Bu sistemin Japonya'nın hızlı ekonomik büyümesinde büyük bir rolü vardır. Japon istihdam sisteminin başlıca özellikleri kısaca şu şekilde sıralanabilir. İşçilerin işe alınışları direkt olarak okuldan olmaktadır. İşe alma şahsi vasıflara göre olmaktadır'. İşe almada işçinin bilgi, karakter, özgeçmişi, referansları ve firma test ve mülakattan dikkate alınmaktadır. İstihdam kişinin mesleki hayata girişi ile başlar. Hem işçi hem de işveren istihdam ilişkisinin sürekli olduğunu kabul ederler. Firma işçisini işten çıkarmayacak, işçi de başka bir işe geçmeyecektir. Ödeme hizmetin süresine bağlıdır. Başlangıç ücreti belirli kültür derecesinin bir fonksiyonudur. Ücrette daha sonraki artışlar yaş süresine göre değişmektedir. İşçi ve yönetimin karşılıklı anlayışına dayanan ömür boyu istihdam sisteminde bir fabrikaya giren işçi emekli oluncaya kadar o fabrika içinde kalma garantisine sahiptir. Olağanüstü durumlar hariç, fabrika işçiyi emekli oluncaya kadar işinden çıkarmaz. Zira güven hayatta her şeydir.
Yine Japonya da sabah işçilerden önce fabrikaya gelen yöneticiler ceketlerini ilikleyip işçilere “ Hoş geldiniz, fabrikanız sizi bekliyor” diye karşılayıp, çay molasında işçilere çay servisi yapmakta ve hafta sonları fabrika bahçesini işçilere piknik alanı olarak açmaktadırlar. Biz de kaç patron işçiye çay servisi yapmakta ya da öğlen yemeğini beraber yemektedir. Onlara selam vermeyi bile çok gören yöneticiler var. Bir hastanede genel müdür kendisine selam veren personele yüzünü asarak “adam olun sizin gibi dışarıda bekleyen çok insan var” diye cevap verince çok ağladıklarına şahit oldum.
Bir insan kaynakları yönetimi kongresinde, çalışanların iş yerlerinden değil yöneticilerinden kaçtığı belirtilmişti. Son dönemde de hangi internet sitesine girerseniz girin, “kendilerine değer verildiğini düşünen çalışanların, yöneticilerine daha çok güven duyduğu” araştırma sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Değer verdiğiniz ve aynı zamanda değer gördüğünüz bir yöneticiyle çalışmak eşsiz bir mutluluk olsa gerek. Ama maalesef günümüzde aynı duyguları besleyerek çalışan kişi sayısı oldukça az. Hatta, çoğu zaman yönetici ve çalışan arasında ciddi bir mesafe söz konusu. Peki, araya giren bu uçurumun ana kaynağı ne, hiç düşündünüz mü?
Bizdeki problemlerden biri de işi ehline verememektir. Bu durum hem özel sektörde hem de devlet sektöründe hâlâ devam etmektedir. Güvenli diye işe aldığımız yakın akrabalar personele o kadar zulüm yapmakta ki personel akrabası diye şikayet etmeye korkmaktadır. İşi ehliyetli ve liyakatli olana vermelidir. Çünkü İslâm nazarında işin bizzat kendisi emanettir ve emaneti ehline vermek Kur’an’ın talimatıdır. Allah size mutlaka, "Emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder." Der. (Nisa, 58)
Siz çalışanlarınıza ölmeyecek kadar maaş verirseniz, çalışanlar da size kovulmayacak kadar iş verir. Temel ihtiyaçlarını karşıladığınız, karın tokluğuna çalıştırdığınız insanlarda iş geliştirme, sadakat ve aidiyet duygusu olmaz. Beslenme, kira ve faturalarla boğuşan çalışanların işlerine odaklanmasını bekleyemezsiniz. Sosyal kaygıları olan çalışanlardan verim alamazsınız. Onları takım arkadaşı gibi görmek, onlarla sosyalleşmek ve onlara birikim yapacak ortamı sağlamak zorundasınız. Kendinize, “Çalışanlar şirket için ne yapabilirler?” değil, “Onlar için ne yapabilirim” diye sorarsanız kazanmaya başlarsınız. İş yerindeki çalışanlarınıza uçmaları için imkânlar, geri dönebilmeleri için yollar ve yol arkadaşı olmaları için nedenler vermeliyiz.
Ancak, işçiler de yaptığı işi iyi ve sağlam yapmak zorundadır. Çünkü bu onun en temel sorumluluğu ve aldığı işin ifasıdır. Bu açıdan hile ve aldatma yapamaz, iş esnasında kendi işinde çalışıyormuş gibi davranmak, dürüst olmak, "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol." (Hud-112) prensibine uymak, işini sağlam yapmak ve kendine verilen araç-gereçleri korumak zorundadır, işçiye verilen ücret, sağlam iş yapsın diye verilmektedir. Sağlam yapılan iş, hem kişinin yeni iş alanı ve müşteri edinmesine hem de üretilen malın piyasada tutulmasına ve marka olmasına sebep olur. Bu yüzden işçiler, çalışırken helâl kazanmanın, çoluk çocuğuna helâl yedirmenin sorumluluk ve şuurunda olmalıdır. Bu nokta dinimizde temel bir değer taşır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.): "Ey Enes, Helâl kazan, duan kabul olur; zira kişi ağzına haram bir lokma götürürse, kırk gün duası kabul olmaz." buyurmuştur.
Şöyle bir kıssa dinlerdik ihtiyarlardan: Dükkânı şehrin çıkış kapısında bulunan bir bakkal varmış. O kapıdan ne zaman bir cenâze çıksa yanında bulundurduğu testiye bir meyve çekirdeği atar ve bir ay sonra da onları sayarak: “–Bu ay şu kadar kişi testiye düştü!” dermiş.
Ecel tokmağı bir gün onun da kapısını çalmış. Epey bir zaman geçtikten sonra, ölümünden habersiz bir dostu kendisini ziyarete gelmiş. Onu göremeyince de komşularına:
“–Burada oturan bir bakkal vardı; ona ne oldu?” diye sormuş. Oradakiler de hep bir ağızdan şu cevabı vermişler: “–O da testiye düştü!..” Zira, bir gün gelecek, aynı testiye patronda, işçide beraber düşecek…