MUTLULUĞU NEREDE ARIYORUZ…

30 okunma Nisan 2022

Bir gün psikiyatrisin muayehanesine çok üzgün vaziyette ağlayan birisi gelmiş ve başlamış anlatmaya;– Benim ekonomik durumum iyi. Maddi anlamda bir sıkıntım yok. Sağlık sorunumda yok. Ancak başka bir sorunum var.

– Nedir o?

– Neşelenemiyorum. Sürekli moralim bozuk. Şöyle gülmek, bazen kahkaha atmak, eğlenmek istiyorum. İşte bunun için size geldim.

– Arkadaş, işin doğrusu bu olay, benim uzmanlık alanıma girmiyor. Ancak sana bir öneride bulunabilirim. Şu karşıya 10 gün önce bir sirk geldi. Bir de palyaço var. Ben gittim. Çok güzeldi, özellikle de o palyaço harikaydı. Gülmekten yerlere yattım, o kadar çok eğlendim ki…  Sana da o sirke gitmeni özellikle o palyaçoyu seyretmeni öneririm. Bunun üzerine adamın suratı iyice asılmış ve adeta fısıltı halinde demiş ki;

– O palyaço var ya… O benim işte…

Hayata akarken çevrenizdeki insanların mutluluğu için çabalarken acaba siz mutlu olmak için ne yapıyorsunuz? Mutsuzluk ile mutluluk sıcak ile soğuk,  karanlık ile aydınlık gibidir. Biri arttığı zaman diğeri otomatik olarak azalır. Termodinamiğin ikinci yasası olan entropi yasasına göre doğada sıcaklık arttığı zaman soğukluk azalır, soğukluk arttığı zaman sıcaklık azalır. Evrende düzenden düzensizliğe, aydınlıktan karanlığa doğru bir denge vardır. Aynı şekilde bir de davranışsal entropi vardır. Buna göre de iyilik arttıkça kötülük azalır. Mutluluk da bir entropidir. Mutluluk arttığı zaman mutsuzluk kendiliğinden azalır. Tam da bu nedenle pozitif psikoloji bilimi ortaya çıktı. Öyleyse, mutsuzlukla savaşmak yerine kendimizi mutlu etmeye gayret etmeliyiz.

Bu yüzden mutluluğu huzuru uzaklarda arama dostum… Mutluluk güven içinde yaşadığın bir vatanda sağlam bir evin içine serpiştirilmiş dağınıklıklarda gizli …

Huzur, çocuğun ortaya saçılmış oyuncaklarında sandalye tepesine biraz önce orada olduğunu belli edercesine atılmış hırkada, anneye ait bir çorapta, biraz önce ailece bir sofrada oturmuş olmanın izlerini taşıyan mutfak tezgahında…

  Mutluluk, bize yapılan sürprizler zannediyoruz ya hani… Huzur; esas sürprizsiz biten bir günde gizli. Rutin hayatın aksamamasında, günlük hayatın içine serpiştirilmiş ayrıntılarda gizli…  Hani mutluluğu arıyoruz ya her yerde; Zengin olsam, falanca ülkede yaşasam, şu okulu bitirsem, şu kadar maaşım olsa, şu işten bir kurtulsam diyoruz ya… Öyle olunca huzuru yakalayacağız, mutlu olacağız sanıp şikayet ediyoruz ya şu andan…

Mutluluk nedir diye sorsanız bu günlük rutinleri sayacak binlerce insan var. Deprem, savaş, hastalık yüzünden bu ürünlerden uzak yaşayan milyonlarca insan. Şimdi, şu an dolapta kalan tişörtü bir daha kirli sepetinde göremeyecek anneler, evlatlar, eşler var… Askıya asılmış hırkaları kokusu geçmesin diye yıkamayacak hasret dolu kalpler var… sabah yaptıkları sulu boyanın kırmızısını taşıyan lavaboda anıların en çok temas ettiği kirli sepetinde ve hâlâ telefonun öbür ucunda cevap verecek birinden olduğuna emin olduğumuz aramalarda gizli…

Dua eden edenin “Tatlı sularımızı eksik etme” diye başlayan, içme suyuna şükür vurgulu niyazları sohbetlerde dikkatimi çekmeye başlamıştı. Neden acaba dedim yanımdakine. “Avustralya’da yaşar kendileri” dedi. Anladım, eksikliği çekilmedikçe anlaşılmıyormuş nimetin kıymeti…   

Bencil yapılar, henüz beşeri benliği aşamamış olanlar mutlu olmak isterler. Benliği  aşanlar ise mutluluğun, mutlu etmekte olduğunu fark etmişlerdir. Kendi adlarına mutlu olma beklentileri yoktur. Onlar, insanları mutlu ettikçe mutlu olma sırrına ermişlerdir.

Zihninin yarattığı beklenti, gerçeğin ıssızlığı ile çarpışınca beklentisi parçalandı. Beklentiler, Gerçeğin ağırlığını asla taşıyamazlar. Beklentiler ne kadar az iseler hayat o kadar rahattır.

En zor zamanlarda bile insanı hayata bağlayan basit keyifler vardır. O basit keyifler kimliğimizin DNA’sıdırlar, arayıp bulmak gerek.

Aşk, filmlerde; mutluluk, masallardadır. Nice insan gerçek olmayan bu sahneleri hayatlarında aramakla ömrünü heba eder. Bilenler, bunların film ve masallardaki ümit ışıltısı olduğunu sezenler; sevginin ve de hayatın hakkını, gerçekler doğrultusunda vermeyi seçmişlerdir. Çocukken, babamızdan bize daha çok harçlık vermesini, annemizden her gün sevdiğimiz yemeği yapmasını; Yetişkinken, eşimizden/sevgilimizden bize daha çok ilgi göstermesini, daha çok çiçek vs almasını bekliyoruz. Bazen de eşimizin/sevgilimizin başka erkekle/kadınla konuşmasını istemiyoruz. Hep arkadaşlarımız sürekli bizi arasın istiyoruz. İşyerinde patronumuzdan daha fazla anlayış, evde ise çocuğumuzdan daha fazla saygı göstermesini umuyoruz. Yaptığımız her şey beğenilsin, pohpohlanalım istiyoruz. Herkes için biricik olalım, en çok bizi sevsinler, adeta dünya bizim etrafımızda dönsün beklentisi içine giriyoruz. Bunlar olmayınca da mutsuzluk başlatıyoruz.

Tüm bunları isteyen egomuz aslında. Bizim besleyemediğimiz benliğimiz, düşük özsaygımız ve kendimize güvensizliğimizdir. Onlar o kadar aç ki; biz onları doyurmadığımızda diğer insanlara saldırıyorlar ve sürekli istiyorlar. Kendine güvenen biri, insanların onu şımartmasına, iltifatlar etmesine muhtaç değildir. Kendini değerli bulan biri sürekli olarak sevildiğini hissetmek istemez. Kendini hor görmeyen, düşük özsaygısı olmayan biri sürekli saygı, anlayış beklemez. Kendisine yapılan eleştirileri hakaret olarak görmez. Bunları değerlendirip fayda sağlamaya çalışır. Sağlıklı bir egoya sahipsek diğer insanlar bizi mutsuz edemez. “Kendimi her zaman mutlu hissederim. Neden biliyor musunuz? Çünkü kimseden bir şey ummam. Beklentiler daima yaralar.” demiş, Shakespeare. Bunu gerçekten yapabiliyor muydu, yoksa sadece yaşam tecrübesi mi bu yöndeydi bilinmez ama gerçekten yapabiliyorsa mutlu olmak için çok zorlanmadığı kesin.

Mutlu olmak için ilk yapmamız gereken, başkalarından beklentilerimizi bir kenara bırakmak ve bu duygu durumundan kurtulmaktır. Çünkü onlar mutluluğumuzu bizim ellerimizden alıp başkalarının ellerine verirler. Mutlu olmamız için X kişisinin bizi sevmesi, Y kişisinin bize yardım etmesi, Z kişisinin bizle ilgilenmesi vs. gerekir. Oysa kendimizi sevsek ve güvensek mutlu olmak için başkasına ihtiyacımız kalmayacaktır. Eğer dikkat edersek fark ederiz ki mutlu insanlar yalnız da değildir. Etraflarına yaydıkları ışıkla herkesi çevrelerine toplarlar. Etraflarındaki insanlara rağmen mutlulukları içten gelir. Sırf bu yüzden X kişisi onu sevmekten, Y kişisi ona yardım etmekten, Z kişisi onla ilgilenmekten keyif alır.        

Mutlu olmak için ikinci yapmamız gereken ise, hayatımızı yönlendirecek seçimleri sağlıklı bir şekilde yapmak ve bunları başkasına bırakmamaktır. Birçok hayalimiz,  gerçekleştirmek istediğimiz planlar, isteklerimiz ve beklentilerimiz var. Hepsinin de sadece bir amacı var mutlu olmak. Dünyaya gelmiş olmak bizim tercihimiz değildi, anne ve babamızı da biz seçmedik. Ancak bunların dışında bizim seçmediğimiz başka ne olabilir ki. Hayatımızla ilgili her şeyi biz seçiyorsak mutluluğumuzun da mutsuzluğumuzun da sebebi kendimiziz. Doğru kararlarımızı verdik, mutlu olacağımız seçimler de yaptık. Arada bir hata yaptığımız da oldu tabi, kim yapmaz ki. Hatalarımızı da sahiplenmeli ve kendimizi suçlamamalıyız. Bununla harcayacağımız enerji, hatamızı telafi ederken harcadığımızdan çok daha fazladır her zaman. Yaptığımız hatalarla yeni yeni şeyler öğreniriz.

Seçim yaparken çok hata yapıyorsak kendimizi tanımadığımız anlamına gelir. Kişi kendini daha çok tanımaya çalışmalıdır. Üniversitede hangi bölümde okuyacağınız, hangi iste çalışacağınız, kimlerle arkadaşlık kuracağınız, kiminle evleneceğiniz, kaç çocuk yapacağınız gibi kararları siz verirsiniz ve doğru karar vermeniz için gereken tek şey kendinizi tanımaktır.

Eğer doğru mesleği seçtiyseniz; çalışırken mutlu olur, sabah erken kalkarken zorlanmaz, eve mutlu gelirsiniz. Doğru arkadaşlarla hayatınız daha da renklenir. Doğru bir evlilik yaptıysanız yaşadığınız ufak problemler evliliğinizi yıkmaz, anlaşmazlıklar tatlıya bağlanabilir, kendinizi yalnız hissetmezsiniz, mutluluğu başkasında aramazsınız. Mutlu olmak için son yapmamız gereken şey hayata olumlu bakmak. Olumlu bakış açısı konusunda kendimiz geliştirmeliyiz.

Osho'nun da dediği gibi ‘’hayata olumsuz bir çerçeveden bakan insanlar sadece çevrelerindekini bunaltıp sıkmakla kalmayıp aslında en büyük kötülüğü kendilerine yapıyorlar’’. Bir kişi, olumlu bir düşünceyi 4-7 saniye aklında tutarken, henüz gerçekleşmemiş bir olay için saatlerce, günlerce, hatta bir ömür boyu kaygı duyabiliyor.  Bazılarının Pollyannacılık diye adlandırdığı bu hayat felsefesinin temelini pozitif düşünmek ve negatiflikten kaçmak oluşturuyor.

Ayın sözü; “Bakış değişirse akış da değişir” O zaman değiştir bakışını ve mutluluğu yakala…

 

Kaynak: Uzman Klinik Psikolog Burcu Yılmaz