6 Şubat’ta büyük bir deprem yaşadık. Acımız büyük ve yıllarca unutulmayacak. Rabbim bir daha bu acıları yaşatmasın inşallah.
Deprem nedeniyle İstanbul’dan ve Türkiye’nin her yerinden gelen Doktor arkadaşlarla tanıştık. O kadar güzel insanlar geldi ki, hepsi mütevazi ve çok çalışkanlar. O güzel insanlardan biri de İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi uzmanı Prof. Dr. İsmail Okan, Anıl hocam, Ayşe Yılmaz hocam ve ilçemize yeni atanan ama depremle tanışarak gece gündüz çalışan Beyin Cerrahı Tolga Türkmen Hocamla bir kahve içimi çok güzel sohbetler ettik. İsmail hocam ve dergimiz sahibi Yaşar bey bu ay depremle ilgili bir yazı yazmamı istediler. Ne kadar zor ve acıyla yazılan bir yazı oldu.
Dünyada eşi benzeri görülmemiş bir felaket yaşanıyor on şehrimizde. O on vilayette kardeşlerimizin başına gelen her ne ise hiçbirimiz onların yaşadıklarını yaşamayacağımızın garantisine sahip değiliz. Neden sahip değiliz? Bu soruya tam da şimdi cevap aramak ve bu soruyu hiç unutmamak zorundayız. Eksiklikleri, aksaklıkları, tedbirsizliği ve inşaat üzerinden örgütlenmiş cinayeti tam da şimdi konuşmak zorundayız. Bekleyişin en soğuk yüzünde kaygıdan buz tutmuş bir halde çaresizliğini haykıranları gördükçe duadan başka bir şey yapamıyoruz diye yazıyoruz ekrana. Oysa dua etmek kelimeleri yan yana getirmek değil. Dua etmek eylemde bulunmaktır aynı zamanda. Zira dua iki çeşittir; fiili ve kavli dua. Önce Allahtan yardım isteyelim ama depremde yardıma ihtiyacı olanlara da acil yardım edelim. O nefis hadis-i şerifin metni “Bir adam, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Devemi bağlayıp da mı Allah’a tevekkül edeyim, yoksa bağlamadan mı tevekkül edeyim?’ diye sordu. Resûlullah (sav), ‘Önce onu bağla, sonra Allah’a tevekkül et!’ buyurdu.” Oradaki “bağla” kelimesi Arapçada “akıl” kelimesiyle ifade edilir. Yani, bir dil mucizesi olarak Efendimiz (s.a.v) o bedeviye “aklet de öyle tevekkül et” demiş oluyor. O zaman aklı ön planda tutmalıyız. Müslüman sorgulamalı, yanlışa yanlış, doğruya doğru diyebilmeli ve binalarımızı sağlam yapmalıyız.
Devletin muhasebe ve özeleştiri yapması gereken ilk mesele şu: Böylesine büyük bir âfetle devletin tek başına başa çıkabilmesi olacak iş değil! Milletin, seferberlik havasıyla seferber edilmesi gerekiyordu her açıdan. Millet zaten kendisi organize oldu hızla ve seferber olarak yollara koyuldu. Tırlar dolusu yardımı deprem bölgesine ulaştırdı anında. Sorun da burada çıktı karşımıza: Millet, müthiş bir organizasyon zekâsına sahip ama bazı kurumlar o ölçüde bir koordinasyonda biraz atıl kaldı. Sorunumuz organizasyon da değil; sorunumuz planlama, koordinasyon ve denetleme. Yöneticilerimizi ve başkalarını suçlamak yerine empati yaparak her seferinde de faturayı hep kendimize keserek nerede yanlış yapıyoruz sorusunu sorup, cevabını her makamda hepimiz mesuliyetimizin idraki dahilinde sormamız ve aramamız gereklidir!
Maddî açıdan büyük bir yıkım yaşandı, bu doğru. Ama millet olarak bizdeki manevi güce hiçbir toplumun bizim kadar sahip olmadığını söyleyebilecek kadar göz yaşartıcı bir dayanışma, yardımlaşma ve kardeşlik ruhu ortaya koyduk. Bu ruh, 1999 Marmara Depremi’ndeki kadar katışıksız değildi, zedelenmişti ama günün sonunda bu toplumun bütün zorluklardan, felaketlerden dimdik ayağa kalkmasını sağlayacak benzersiz bir ruh oluştu. Dünyada bu kadar derin, bu kadar muazzam ve muhteşem bir ruha sahip ikinci bir toplum yok. Deprem, bize uzun süredir kaybettiğimiz bu kardeşlik ruhunun değerini hatırlatmalı hiç olmazsa. Depremden alacağımız veya çıkaracağımız en büyük ders bu olmalı.
Belki de normal hayatta yaşasaydık kimseyle malımızı paylaşmayacak belki de neticesi böyle güzel olan bir sadaka veremeyecektik. Manevi gözle baktığımızda, inançlı insanlar için düşündüğümüzde fani malımızı bakiyeye çeviremeyecektik.! Birbirimize yeniden kucaklaşmaya, yeniden kardeşlik ahdine, yeniden birbirimizle canımızı, malımızı paylaşmaya sevk etti.
İnançlı, inançsız herkes depreme asrın felaketi diyor. Felaket kelimesi bana ağır geliyor. Aslında ölmek felaket değildir. Öldükten sonra başına gelecekleri bilmemek, tedbirini almamak da felakettir. Ya da deprem için tedbirler almamak felakettir.
Yıllarca Suriyeliler çadırda yatarken kaç defa ziyaret edip onların ruh halini yaşadık. Kamplara kaç defa yemek götürebildik? Üstlerine taş, bomba yağarken iyi oldu hak ettiler mi dedik? Ama depremde yaşadık ki; aynı çadıra biz de girdik. Zengin, fakir ayrımı olmadan sıraya geçip yemek almak durumunda kaldık. Yine muhacir, ensarda neymiş, onlar eskide kaldı derken sadece Hatay dan 650 bin kişi muhacir durumuna düştü. Bir çoğunun kalacak yeri yok iken arkadaş, akraba dostlar kapısını açtılar. 1 hafta sonra sıkıntılar başlayınca başka dost, akraba aramaya başladık.
Ayrıca deprem birçok küs aile, akraba, arkadaş ve komşu esnafı barıştırırken az da olsa depremin etkisi ile tartışan ve manevi enkaz yaşayanlar da oldu. İnşallah onlarda yaptıklarının farkına varır da düzelirler.
Pandemide birçok esnaf batarken farklı bir grup zengin oldu, sermaye el değiştirdi. Şimdi depremle yeni iş alanları doğdu. Ama her iki olayda ahlaksızlar yapacaklarını yaptılar. Dolar kuru aynı olmasına rağmen fiyatlar üçe katlandı. Şu anda başını sokmak için ev arayan binlerce insan kira fiyatlarının artışı ile çaresiz kaldı. Bunlar da bir yere yazılıyor. Enkaz altında kalanların en küçük parasını bulup yetkililere teslim eden yüzlerce dürüst gönüllü yanında akrabam diyerek onların altınını çalan, kredi kartlarını çalıp alışveriş yapanlar, dükkânları yağmalayanlar, ihtiyacı olmadan 3yıllık erzak depolayanlar, lüks arabayla gelip yardım merkezinden su isteyenler, gerçeği gördüğü halde yalan söyleyenler gibi daha bir çok konuda yanlış yapanlar yarın nasıl hesap verecekler acaba.
Deprem siyaset üstü bir konudur. Ve 6 Şubat’tan sonra bu ve benzeri konulara maskesiz, eldivensiz ve rozet takmadan yaklaşırsak çözüm bulunur. Çözüm için her alandan görüşler ve destek alınmalıdır. Örneğin “Deprem bölgesine öncelikle inşaat ustalarının gitmesi gerekiyor. Bir usta anlatıyor: AFAD görevlisine sordum: Sen hayatında kaç kere demir kestin! Ben 20 yıldır bu işi yapıyorum. Gergin demiri kesmesini bilmeyenler, insanlara zarar verebilir. Herkes beton işini beceremez. O zaman Afad, Kızılay gibi kurumlara insan yetiştirirken çok yönlü mesleklerden alım yapılmalı. Kurtarma çalışmasına katılan emekli bir askerle konuştum. “Hocam 3 gün yemek yemedim, yemekler geldi dağıtıldı ama tuvalet ihtiyacı olmasın diye yemedim” dedi. Elbette bunları bizim değil yetkililerin konuşması ve yapması gerek.
“Hiç akletmezmisiniz, düşünmezmisiniz” diyen Kuran-ı Kerim önce bilimi ön planda tutarken bir yandan da hiç ayırım yapmadan tüm insanlığı şu ayetlerle uyarmaktadır. “Emin mi oldunuz, gökte olanın sizi yerin dibine geçirivermesinden? O vakit o yer, çalkanıverir. (Mülk suresi-16)
Peki, O’nun sizi karada yerin dibine geçirmeyeceğinden yahut başınıza taş yağdırmayacağından emin misiniz? Sonra kendinize bir koruyucu da bulamazsınız. İsra suresi-68
Nihayet o şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında yere serilip kaldılar. Araf-91
De ki: “Allah size üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azap göndermeye ya da sizi muhalif gruplara ayırıp birbirinize güçlerinizin acısını tattırmaya kadirdir.” Bak, anlasınlar diye ayetlerimizi nasıl açıklıyoruz! En'âm Suresi - 65. Ayet
Hadislerde ise; (Ümmetim için depremler günahlarına kefaret olur.) [Hakim]
(Allah’u Teâlâ, depremleri iyilere öğüt, müminlere rahmet, kâfirlere ise azap kılar.) [İ.Asakir]
Deprem sonucunda canlarımız gitti, mallarımız gitti, insanların psikolojileri bozuldu, bunlar bizim maddi kayıplarımız yanında manevi kayıplarımız ve kaybettiklerimize manevi cihetten nasıl bakmalıyız? İslam hukukunda diyor ki “musibet mukaddimeyi mükâfattır”. Yani musibet dediğimiz, bir günahın, bir kusurun cezası aynı zamanda da büyük bir mükâfatında başlangıcıdır, habercisidir. Cenab-ı Hak göçük altında kalanları, şehit olarak kabul etti.
Depremde şehit olan tüm kardeşlerimize rahmet, yaralılarımıza şifa, yakınlarına sabır diliyoruz. Yıllarca çok badirelerden geçen ve ayağa kalkan güzel vatanımız, yine hep beraber ayağa kaldırmak için el ele, gönül gönüle vererek bu sınavdan en güzel şekilde geçeceğiz inşallah.