İSLAM AHLAKI VE İŞ AHLAKI GEREĞİ OLARAK VEFA

30 okunma Aralık 2021

Adalet, şecaat, hikmet, merhamet, sevgi, saygı ve kardeşlik gibi değerler, insanlar arası ilişkilerin işleyişinde ve yönetiminde kılavuzlayıcı roller üstlenir. Söz konusu değerlerin taşınmasına aracılık ettiği işlevlerden biri de “toplumsal hafıza” naklidir. Bireysel, tarihsel ve kültürel bileşenleriyle “hafıza”nın aktarılmasını sağlayan temel değer ise “vefa”dır. Vefa; dile alışkanlık yapan İstanbul’da bir semt adı değildir. Bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz bir kavram haline geldi. Vefa;“sözünde durmak ya da verdiği sözü yerine getirmek; borcunu ödemek; özü sözü bir olmak, dostlukta ve bağlılıkta sebatkâr olmak, kendini sevenleri, kendisine iyiliği dokunanları minnet ve şükranla anmak, dostlarıyla iletişimi sürdürmek; onlara sevgi, saygı ve samimiyetle muamele etmek” gibi anlamlara gelir. Bu vasıflara sahip, sözü ve sevgisi geçici olmayan kimseye ise “vefakâr” ya da “vefalı” denir. Vefakârlık, anılan hasletleri karakter hamuruna katmayı ve yüksek ahlaki meziyetlerle yoğurmayı başarmış, kadir kıymet bilen “iyi insan”ların özelliğidir. Vefakârlığın zıddı nankörlüktür. Nankörlük, iyiliğin kadrini bilmemek ya da kendisine yapılan iyiliğe kötülükle karşılık vermektir. Tarihin her döneminde insanlar; haksızlık, zulüm, ihanet ve hıyanet ile eş değer tutulan vefasızlıktan “sende mi Brütüs” gibi sözlerle hep yakınmış; bencil davranışlardan ve unutulmaktan dert yanmışlardır. Esasen ahlaki meziyetleriyle bilinen insan olabilmenin yolu, vefalı tutum ve davranışlarla anılmaktan geçer.

           İnsanın yaratılışta verdiği söze sadakatinin, iyilik ve güzellikleri artırma çabasının bir sonucu olan vefa; her insanda bulunması gereken temel ahlaki, insani ve toplumsal meziyetlerdendir. Değerler hiyerarşisindeki yüksek statüsü daima korunması gereken vefa, bireyin diğer insanlarla ilişkisinde sürdürülebilirliğin de ön koşuludur. Esasen sevgi, paylaşım, dürüstlük, şefkat, hoşgörü, tevazu ve adalet gibi kültürel kök değerlerin özü olan vefa, söz konusu değerler vasıtasıyla taşınan kültürel hafıza zincirinin birleştirici halkasını temsil eder. Vefa, aynı zamanda halkaları birbirine bağlayan kilidin de anahtarıdır. Çünkü onun sayesinde haksızlık, ihanet ve hıyanet gibi kötü huy ve meziyetlerin kapısı kilitlenir; merhamet, iyilikseverlik, dostluk ve hatır bilmek gibi ahlaki değerlerle beslenen iyi huyların kapısı ise ardına kadar açılır. 

İslamiyet’te vefa; öncelikle yaratıcıya, kişinin kendisine ve yaratılan her şeye hak ettiği değeri vermeyi gerektiren yüksek ahlaki bir tutum olarak tanımlanmıştır. İlişkilerde yakınlığın beraberinde getirdiği bağlılık, sadakat ve fedakârlığın ayırt edici niteliği olan vefa, kendi dışındaki tüm varlıkları yoktan var kılan ve onlara sayısız lütuflarda bulunan Yüce Allah’a gönülden bağlılık, sadakat, minnettarlık ve şükran duygularımızın temel yansıması ve somut göstergesidir. Vefakâr insan, kendisine iyilikte bulunanları asla unutmaz. Onun yaratıcısını tanıması ve verdiği sözün gereği olarak kulluk görevlerini yerine getirmesi; kendisine bahşettiği nimetlerin değerini bilip gereğince hareket etmesi, O’na ve nimetlerine nankörlük etmemesi ile olur. Kur’an-ı Kerim’de “…Size verdiğim nimeti hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size verdiğim sözü yerine getireyim...” (Bakara, 2/40.) buyrulmaktadır.

 Çünkü ahde vefa; insanlar arası ilişkilerde olduğu gibi toplumları ve kültürleri de birbirine bağlayan en güçlü bağ ve güven unsurudur. Güven kültürü kök salıp dokularına yerleşmeyen hiçbir toplum geleceğine emniyetle bakamaz. Bu nedenle Kur’an’da, insanların bir arada yaşamanın gereği ve doğal bir sonucu olarak birbirleriyle yaptıkları sözleşmelere uygun hareket etmelerinin; dolayısıyla verdikleri sözleri mutlaka yerine getirmelerinin önemi üzerinde ısrarla durulur. 

Bununla birlikte üyeleri arasında vefakâr tutum ve davranışların yeterince kökleşmediği toplumlarda, güvene dayalı ilişkilerin sürdürülmesinde zorluklarla karşılaşılması kuvvetle muhtemeldir. Böyle bir ortamda değerler erozyonunun yaşanmaması için “ahde vefa” ya da “söze sadakat” değerinin işlevselleştirilmesi gerekir. Çünkü tarihin her döneminde insanlığın vefa ile imtihanı genellikle “söz” üzerinden olmuştur. “Sözünde durmak, verdiği sözlere ve yaptığı antlaşmalara bağlı kalmak, özü ve sözü doğru olmak” anlamlarına gelen “ahde vefa”, İslam ahlakının ve iş ahlakının en önemli ilkelerindendir.

Her insanın hafıza deposu, henüz anne karnında iken başlayan ve erken çocukluk, çocukluk, gençlik, yetişkinlik gibi geçiş dönemlerinde biriktirdiği çok sayıda kayıtla doludur. Elbette söz konusu kayıtların dökümlenip çözümlenmesi, genellikle yetişkinlik ve özellikle yaşlılık döneminde gerçekleşir. Çünkü bu dönemler, hayatın genel muhasebesinin yapıldığı ve ortaya çıkan sonucun acı tatlı hatıralar şeklinde kategorize edildiği bir zaman dilimine karşılık gelir. İşte hayatın ikinci yarısından itibaren gerçekleşen bu “kendiyle yüzleşme” ya da “karşılaşma” sürecinde, hayatımıza giren ve çeşitli izler bırakan insanlarda aradığımız en önemli değer “vefa”dır. Zira o, tüm yaşanmışlıklar içerisinde insana kısacık tarihinde “en iyi gelen duygu”dur. Bu aşamada insan, hayatı boyunca biriktirdiği vefalı dostlarının ve onlardan gördüğü vefakâr davranışların değerini daha iyi kavrar. Onların varlığıyla ve hayatına kattıklarıyla iftihar eder, mutlu olur. İnsanı insan yapan niteliklerden biri de geçmişte yaşadığı güzellikleri hatırlamaktır. Hatırlamanın doğal sonucu “vefakârlık” duygusunun aktivasyonudur

             Toplumsal yapının sağlam bir temel üzerinde yükselmesi ve varlığını sürdürebilmesi için insanlar arası ilişkilerin “vefalı/vefakâr” bir zeminde yürütülmesi gerekir. Bu nedenle aile, komşuluk, akrabalık, iş hayatında çalışan ve işveren, esnaf/tüccar ve müşteri, kamusal alanda devlet ve vatandaş ilişkilerinin vefakâr tutum ve davranışlar etrafında yapılandırılması ve sürdürülmesi son derece önemlidir. Zira yakın ve uzak çevredeki insanlarla ilişkiler; kültürel benzerliklerin yanı sıra, farklı dil, din, mezhep, etnik köken ya da dünya görüşüne mensup, eğitim seviyeleri ve ekonomik koşulları birbirinden farklı bireyleri de evrensel ortak değerler etrafında birbirine yakınlaştırır. Böylece insanca bir hayatın ahlaki, toplumsal ve kültürel çerçevesi tesis edilmiş olur. Kültürel sürekliliğin ahlaki çerçevesini oluşturan değer olarak vefa, insan maneviyatını besleyen unsurların başında gelir. Maneviyat, kaynağını yaratılıştan ve insan ruhunun derinliklerinden alan ilkelerden oluşur. Başka bir açıdan o, kaotik bir varoluş içinde anlam ve istikrar arayan insanı hayatın kaynağıyla bağ kurmaya yönelten bir “değerli hayat” felsefesidir. İnsanın; hayatın, varlığın ve evrenin doğasına ilişkin tefekküre dayalı keşif yolculuğu, ona manevi tecrübelere giden yolun da kapısını açar. İnsanın söz konusu kadim yolculukta keşfettiği ve toplumsal bütünleşmenin temel taşları olan manevî değerler, toplumun maddi kültür unsurlarını ahlaki motiflerle zenginleştiren bakış açısının çekirdeğini oluşturur. Vefakârlık duygusuyla beslenen sadakat, bağlılık, güven, yardımlaşma, dayanışma, fedakârlık, birlik/beraberlik ve ortak akıl gibi değerler, toplum bireylerini bir araya getirir; kederde ve sevinçte birbirlerine sımsıkı kenetler. Hâsılı, insan hayatına rehberlik eden vefa/vefakârlık eksenli değer kümeleri; insanlığın karanlıktan aydınlığa, zorluktan kolaylığa ve umutsuzluktan umuda ulaşmasını sağlayan birer kılavuz kaptan işlevi görür.

Kaynak: Prof. Dr. İhsan ÇAPCIOĞLU Diyanet dergisi