İnsanı hayata bağlayan ona hayat sevinci veren şey ümid'in ta kendisidir. Ümid edebiliyorsak varız. Ümit'in kandilleri hala yanıyorsa hayata tutunuyoruz. Türkiye'de nedense farkında olmadan mıdır bilinmez büyük çoğunluk şeamet tellalı gibi hep işin kötü tarafı ile ilgileniyorlar. Gözlerimiz kötü yönleri, kulaklarımız kötü sözlere odaklanıyor. Ümit ve iyimserlik duygusuna sahip olan insanlar ise yakınmak yerine eyleme geçiyorlar. Bu güzel insanların en güzel özelliği kendi duygusal ihtiyaçlarını daha fazla farkında olmaları ve hayatın getirdiği olumsuzluklara takılıp kalmamalarıdır. Dolayısıyla bahane bulmadan, mazeret üretmeyen insanlar hayatı güzelleştirip olumsuzluğu dış şartlarda arama yerine başarısızlıkla baş edebilmek için çaba gösterir.
Kendi eksikleriyle yüzleşip kendilerine geliştirebilen insanlar günümüz Türkiye'sinde pek sevilmiyor, Özellikle bazı tutucu kesimler hayat döngüsü içinde herkesin yerinde kalmasını ve kimsenin kimseyi şaşırtmamasını istiyor. Oysa hayat akıp giden bir ırmak gibi her dönemeçte suyunu çoğaltıyor ve tazeleniyor. Ümit sahipleri, hayattan öğrenebilen insanlardır. Öteki sesleri dinleyebilmek öteki sesleri içine alarak zenginleşmek ve gelişmek insanın tekamülü için olmazsa olmazıdır. Ümidi diri tutan şeylerden biri de yeryüzünde merhametin varlığıdır. Merhamet bir başkasının ıstırabına kendini açmaktır ve ıstırabı dindirme arzusudur. Merhamet birilerine bir şeyler vermek değildir. Her insanın eşit ölçüde değerli sayıldığı bir dünyada merhamet göstermenin kabul edilebilir yegane biçimi iki tarafında ortaya bir şey koyduğunu hissedebilmesi, iki tarafında birbirine kulak vermesini gerektirir. Yani karşımızdaki insanı bir insan olarak tanımak, onu anlamak ve onun tarafından anlaşılmak merhamet ile mümkün olabilir.
Merhamet, kendine dışarlıklı sayana elini uzatmak ve onu konuşma halkasının içine almaktır. Ümit ve merhamet “Bir düş kuruyoruz” diyebilmektir. Soluduğumuz havayı zehirleyen ve bizi birbirimize düşman kırmak isteyen zalimlere karşı inat merhamettir. Çünkü zalimlik, ötekini utandırarak, aşağılayarak, onun saygınlığını ayaklar altına alarak haklarını değersizleştirerek zulmünü icra eder. Merhamet, insan onur ve saygınlığının kirlenmesine karşı durmaktır.
Artık iyiliği de iyileştirmemiz, tedavi etmemiz gereken bir zamana geldik. Ekranlara baktığımızda hep kötülük görüyoruz. Hayatın karanlık ve kasvetli dehlizlerine ruhun alçaldığı yerleri görüyoruz. Basın ve medya kötülüğü abartarak sadece kötülükten ibaret bir dünyayı gözümüze sokuyor. Oysa merhamet ve rikkatin hüküm sürdüğü, sevginin varlığı ışıklandırdığı bir dünyada var. Bazen bizim resimlerimiz, varacağımız yerin neresi olacağını belirler. Bazen de elimizde olmayanı kontrol edemediğimiz nedenlerle bizi hayal bile edemediğimiz bir menzile ulaştırır. İyimserler kendisini daha güçlü algılar ve hayatın fırtınalarına karşı koyabilecek bir direnç ve sağlamlığa sahip olduğunu düşünür. Rüya görür, hayal kurar.
Büyük eylem adamları; tarih yapanlar, haksızlığı eliyle ve diliyle değiştirebilenler genellikle iyimserler arasından çıkmıştır. Hayat, herkesi zorlar ve bu zorlanma durumlarıyla başa çıkabilecek bir yaşama hünerimiz varsa risk alır ve sorunları çözeriz. İyimserlik, hayatın dizginlerini ele alınabildiğini, insanın başına gelenlere müdahale edebilir bir varlık olduğunu kabullenmektir. İyimser bir tutuma sahip olan insanlarda belirgin özelliklerinden biri de bu kişilere kendi duygusal ihtiyaçlarının daha fazla farkında olmaları ve hayatın getirdiği olumsuzluklara fazla takılmamalıdır. İyimserler her şeyden önce kendi sağlamlıklarına güvenirler. Bu bakış açısı da onların bardağın boş tarafını değil, dolu tarafını görmelerine yardımcı olur. Kötümserler ise olumsuz bir durumla karşılaştıklarında kendi iç dengelerini sürdürmekte zorlanabilirler. Bu nedenle endişe, kaygı gibi olumsuz duygu durumlarında daha uzun süre kalırlar. Bu da onların giderek daha kötümser olmalarına yol açar.
Peki, bu alışkanlıklar ne zaman başlıyor. Bu sorunun cevabı hayatın ilk yıllarında kendisi ailesi, büyük anne - büyük baba ve bakıcısı gibi kişiler tarafından çocuğun çevresi ile ilgili ilk temel fikir ve duyguların oluştuğu dönemde yaşanmaktadır. Soyut ve somut kavramları bilmeyen çocuk yaşadıklarını kontrol edemez böylece iyi ve kötü arasında içsel resimler oluşturur. Pek çok olumlu duygunun yanında olumsuz duyguları yaşayan çocuk ayakta kalmayı öğrenemezse içsel resimlerde oluşturduğu öfke, endişe, üzüntü gibi olumsuz duygulara hâkim olur. Yapılan araştırmalarda erken dönemde oluşan bu içsel temsilcilerin yetişkinlikte de tutarlı kaldığını ve bizim ötekine bağlanma ilişki kurma biçimimizi belirlediğini göstermiştir. Zira bir insan bütün dünyayı çocukluğunun ayazında yediği soğukla tanıyor. Her görüntü ve duygu o soğuğun ruhunda açtığı yarıklardan içeri girerek kendisini tanıtıyor. Pek çoğumuzun hayali veya gerçek güçler tarafından incitildiğimizin bir yolunu bulup intikam almamız gerektiğini düşünüyoruz. Kendimizi kötü hissetmemizi sağlayacak şeyleri cımbızla seçiyor, bunlar için öfke duyuyor ve nefretle kavruluyoruz.
Merhamet sahipleri diğerinin yaşadığı ıstırapları ne kadar acı verici olduğunu tahayyül edebilen insanlardır. Merhamet sahipleri ötekinin acısıyla acı duyan ve onun ıstırabını dindirmeye soyunan soylulardır ve adalet ancak merhametle kaimdir. Etrafımızda ızdırap çeken insanlarla nasıl ilgilendiğimiz, kalbimizii onların iniltisine ne derece açtığımız ruhumuzun ve içinde yaşadığımız topluma ne ölçüde sağlıklı olduğunun bir aynasıdır. Merhamet bizi ızdırap çeken insana götürür. Zulüm ve merhamet birbirinin antitezidir. Merhamet diğer insanlar diğer canlılar için dünyayı emin bir yer kılmaktır. Onların hürriyet içinde gelişip serpilmesine omuz vermektir. Zulüm kendisinden saymadığını yok etmek , onun acısına kayıtsız kalmak, onun acısından haz duymaktır.
Batı psikolojisi öğretilerinde merhamete pek az yer verilmiştir. İnsan tabiatının öz de rahmetle dokunduğunu söyleyen doğu öğretilerinin aksine batı geleneği insan tabiatının özünde zalim olduğuna inanır. Batının binlerce yıllık tarihi; kitle halinde çarmıha germeler, işkence odalarının icadı, dünya savaşları, soykırım, ettik temizlik gibi günahlarla tıka basa doludur. Bu konuda Roger Garaudy “Batı ; tarihin en büyük canisidir” der. Öyle ki eğlenceler zalimlik karşısında büyülenmişliğin izlerini taşır. Gladyatör oyunlarından Hollywood'un modern fantezilerine dek zalimlikler ile doludur. O yüzden iyileşmek gerek, dünyanın iyileşmesi gerek. Zulme karşı merhameti diriltmek gerek. Merhamet, diğer varlıklar için dünyayı emin yer kılmaktır. Merhamet seni öldürmeye gelenin sende dirilmesi demektir. Merhamet ve şefkat çabayla geliştirilebilir.
Televizyon modern diyetler, arzuların kamçılanması ve çocuklardaki başarma ihtiyacı aşırı uyarılmayı ve depomin sistemlerini tetikliyor. Bu şartlar altında olgunlaşan beyinler daha huzursuz oluyor ve endişe öfke hayal kırıklığı gibi duyguları da hassas hale geliyor. Çocukların eğitimi kendilerine dünyada bir yer açma bireysel statü ve başarı elde etmesi gibi konular etrafında şekilleniyor ve özgüven duygusunu merkeze yerleştiriyor. Bu da benmerkezci, kendine sevdalı, sosyal rütbeyi önemseyen gençlerin yetişmesine zemin hazırlıyor.
Oysa çocuklarımıza şefkat, merhamet ve yarenliği öğretmeliyiz. Daha çok duyguların eğitimine yer verilmelidir. Şefkat ve merhamete dayalı bir eğitim öteki içinde sorumluluk duymayı ötekinin de ilgi, iyilik ve adaleti hak ettiğini kabullenmeyi beraberinde getirir. Başkasını düşünebilmek, başkasının iyiliğinden kendisini mesul hissetmek, çocuklarımıza verebileceğimiz yüce değerlerdir.
Bizim inancımızda da kültürümüzde de iyilik yapma, derdi olana yardım etme, aça ve muhtaca verme, sıkıntısı olanın sıkıntısını giderme tavsiye edilmiştir ve ecri, sevabı büyüktür. Şimdi de bakıyoruz iyilik etme ruh sağlığımıza fayda veriyor, iyilik ederken kendimize de iyilik yapmış oluyoruz.
Arthur Brooks’un The New York Times’taki yazısına göre; vermekte cömert olanların gerçekten de daha iyi duruma geldiklerine dair güçlü kanıtlar mevcuttur. Brooks bunu hayırseverlik amaçlı bağışlarla ilgili bir kitap üzerinde çalışırken keşfetmiş. Brooks, “Öğrendim ki, psikologlar bağış yapmanın ve gönüllü çalışmanın yardım eden kişiye bir dizi fayda sağladığını uzun zaman önce anlamış. Harvard Üniversitesi ile British Columbia Üniversitesi’nden araştırmacılar “mutluluğu” rakama döktüklerinde, kişinin sadece kendisi için para harcamasının neredeyse hiçbir fark oluşturmadığı halde başkaları için harcamasının mutlulukta ciddi bir artışa sebep olduğunu tespit etti” diye yazdı.
Brooks şöyle söylüyor: “İnsanlar zamanlarını veya paralarını inandıkları bir davaya adadıklarında problem çözen kişilere dönüşür. Problem çözenler seyirci kalan kişilerden ve bir olayda mağdur durumunda olanlardan daha mutludur.”Gerçekten yardım etme ruhu ve iyilikseverlik kişide terapi etkisi yapmaktadır. Bu tespit birçok çalışmada ortaya çıkmıştır:
Yüksek fedakârlık ve yardımseverlik gösteren kişilerde endorfin denilen mutluluk hormonu salgılanmaktadır. Bu hormon ise insanları daha huzurlu ve mutlu olmalarını, bağışıklık sistemlerinin güçlenmesini, rahatsızlıklardan daha çabuk iyileşmelerini sağlamaktadır.
Son araştırmalar iyilik yapmanın insanların genlerinde bulunduğunu göstermiştir. Yani insan, yaradılışına uygun davrandığında ve içinden geleni yaptığında yaradılışı onu iyiliğe sevk edecektir.
İyilik yapmayı sevenlerin daha uzun yaşadığı tespit edilmiştir.
Vermek hayatı renklendirir; heyecan, enerji ve zevk verir. Strese iyi gelir. İyilik yapanların depresyona yakalanmaları daha zordur. Tabii mümkün olduğunda iyiliği gizlice yapmalıdır.