13 yaşında bir genç ablasını istemeye geldiklerinde kahvelere tuz atmış, ablasının düğünü rezil etmişti. Düğün arabasının 4 lastiğini patlatmış, vestiyerdeki elbiselerin uçlarını kesmişti. Düğünden hemen sonra babası çocuğun kolundan tutmuş adeta sürükleyerek bir psikiyatri merkezine götürmüştü. Doktorun yanına girdiklerinde baba yüksek sesle her şeyi kırıp döken başkalarının mutluluğu zarar veren bir çocukla ne yapılır, biz bu çocuğa her şey verdik ama saygısızlık elde ettik dedi. Annede bu arada ağlıyor ve gözyaşlarını siliyordu. Psikiyatris, anne baba ve çocukla ayrı, ayrı görüşmüştü.
Ailenin göremediği şuydu: Ablanın düğünü ailede çok büyük olay olmuş, aylar öncesinde düğün için plan ve hazırlık yapılmış, anne baba her gün bu hazırlıklarla meşgul olmuştu. Çocuk, bu koşuşturmalar boyunca hep arka planda kalmış, ondan hiç yardım istememişti. Düğün hazırlıklarına katılmasının onun için ne kadar önemli olabileceği göz ardı edilmişti. Düğün yaklaştıkça çocuk kendisinin gereksizliğini düşünmeye başlamıştı. Böylece büyüklerin dikkatlerini üzerine çekecek bir şeyler yapması gerekiyordu. Ablasının bu kadar uzun süre başrolde olmasına fena içerlemişdi. Babasına zaman, zaman kötü şakalar yapıyor ve şakalarına çok gülüneceğini ve ilgiyi üzerine çekeceğini düşünüyordu. Kötülük yaptığının farkında bile değildi. Büyüklerinin öfkesi ve ablasının gözyaşlarına önce şaşırdı sonra aklı başına geldi. Ancak, artık çok geçti. Zira sevdiği insanları çok üzmüştü. Çocuğun öne çıkma, kabul edilme, adam yerine konma gibi psikolojik bir ihtiyacı vardı. Bu ihtiyacını çocukça, beceriksizce ifade etmişti.
Bir gencin ilgi merkezi olması sarhoşluk veren bir duygudur. Ergenlik dönemindeki bir gencin aykırı davranışları alışılmamış bir davranış değildir. Ergenlik döneminde aykırı, sıra dışı uç davranış gösterilmesi o dönemin fırtınalı psikolojisi ile ilgilidir. Genç, fiziksel ve ruhsal olarak büyüme durumundadır. Kişilik, henüz bu büyümeye hazır değildir. Duygu dünyasında bir kavga verilmektedir. Bu kavga, bir düzensizlik ve dengesizlik getirecektir. Bu dönemdeki genç aniden, sonuçlarını hiç düşünmeden tepkiler verir. Bir engele çarptığı zaman bunalım başlar. Bu bunalım, yaşanacaksa ailenin yardımı ile ve kendi çabası ile aşılacaktır.
Hoşgörüsüz, uzlaşmayı reddeden, kendi ilkelerinden gurur duyan, başkalarını küçük gören, keskin konuşan, sinirli, saldırgan bir gençle karşılaştığınızda onun böyle kalacağını düşünmemelisiniz. Ergenlik dönemi 12- 21 yaş arası sürer. 21 yaşından sonra olumluluk dönemine geçer.
Bir genç, aykırı ve sıra dışı davrandığında özel bir tat alır, bastırmaya ve denetim altında tutmaya çalıştığı bilinç altındaki dürtüler zaman, zaman tepki şeklinde parlayabilir. Genç, temel ve kişiliğine uymayan tepkiler ve saldırganlıklar gösterebilir.
Gençlik çağında toplumsal düzene karşı başkaldırıcı ve asi davranılması dünyanın gittikçe artan bir sorunudur. Sadece Amerika'da her yıl 1 milyon genç, şiddete dayalı çeşitli suçlar nedeniyle hapse girmektedir. Yukarıdaki genç örneğinde gördüğümüz gibi adil olmayan, otoriteye karşı gelme ve intikam alma içgüdüsü gencin doğasında vardır. Böyle fıtri özelliğe sahip bir genç, şiddeti bir sorun çözme veya hak arama yöntemi olarak benimsemişse antisosyal bir birey ortaya çıkacaktır. Böyle bir kişi kutsal değerlere önem vermez, sadece kendi bazı duygularını tatmin için "ego idealine” bakar. Hayatta, amaç olarak kendi arzularını tatmin etmeyi hedef seçen bir genç engellendiğinde anne ve babasını dinlemeden şiddete yönelebilecektir.
“Gençler bilebilse, ihtiyarlar yapabilse” atasözü insan beyni için söylenmiş gibidir. Ergenlik çağındaki bir gencin parlak zekâsı, kabına sığmayan, duyguları ve öğrenme arzusu ile hiç kullanılmamış sıfır kilometre beyni vardır. Bilgi ve tecrübe eksikliği giderildiği ölçüde kabına sığmayan duygular iyiye doğru yönelecektir. Tek şart, beyni güzel şeylerle doldurmaktır. Ergenlik dönemindeki genç, hayatın zor ve fırtınalı bir döneminden geçmektedir. Tıpkı fırtınalı denize açılan kaptan gibidir. İyi bir pusula ile iyi bir rota çizilmesine ihtiyaç vardır. Büyüklerin, genci karşısına alıp “doğru budur, yanlış budur; yanlışa uyarsan başına gelecek muhtemel sıkıntılar şunlardır” diyerek onunla uzun süreli sohbetler yapmasına ihtiyacı vardır. Bu konuşma monolog tarzında olmamalıdır, yani konferans ve vaaz verir gibi olan konuşmalar ve nasihatler genellikle faydasızdır.
Bazı gençlerde, zıddını yapma eğilimleri bile uyanabilir. Hz Ali, “7 yaşına kadar olan çocuğunuzla oynayınız, 15 yaşına kadar arkadaşlık ediniz, 15 yaşından sonra istişare ediniz” sözüyle çocuk ruh sağlığını bu cümlede özetleyerek çok derin bir tespitte bulunmaktadır. Yüce Peygamberimizin de buluğ çağını deliliğin bir şubesi olarak tarif etmesi çok anlamlı bir mesaj vermektedir.
İşte, hayatın böyle deli dolu bir döneminden geçen gence büyüklerin kızmak bir yana, onu anlamaya çalışması, konuşması, zaman ayırması altın değerinde etki yapacaktır.
“Her şey incelikten kırılır ama insan kalınlıktan kırılır” Gençlere, kalın ve kaba davranmak yerine esnek ve ince ve sabırla davranırsak onların hayatlarının olumlu dönemine kazasız belasız taşımış oluruz.
UNESCO, Gençlik çağını, cesaretin çekingenliğe, macera isteğinin rahata üstün geldiği çağ olarak tanımlar.
Tatlı hayaller, idealler ilk sevgiler, sıkı arkadaşlıklar, uçarılık, haylazlık, gözü karalık bu dönemin özellikleridir, Coşkulu, çalkantılı, tutkulu, fırtınalı kanı kaynayan, bunalımlı, öfkeli, çatışmalı, kaygılı, kimliğini arayıp bulmaya çalışan bir bireydir genç. Bu hızlı büyüme ve gelişme çağında ölümlerin iki nedeni vardır intiharlar ve kazalar.
Sevmek, sevilmek acı çekmek, acı çektirmek, öfke, nefret, uçarılık, tutkular, çalkantılar, çatışmalar ve kaygılar bu dönemdeki doğal duygulardır. Bu duyguları soluyup yaşamak kaçınılmazdır. Bırakın gençler bu duyguları yaşasınlar duvarların arkasında saklanmasınlar, hayatı yaşayarak öğrensinler. Anne ve babaların bu dönemde çok müdahalesi, ilişkileri daha da bozmaktadır. Büyük hata yapmadıkça küçük hataları yaşayarak öğrenecektir. Büyüklerin şu 3 ilacı kullanmaları şarttır: 1) Karşılıksız Sevgi 2) Zaman ayırarak ilgi 3) Tatlı bir tebessüm, güzel bir kaç söz ve sevgi dolu bir bakış. Zira hiçbir şey anne baba ile çocuk arasındaki ilişkiden daha önemli değildir. Genç, tutkuların kölesidir, istekleri aşırıdır ve en küçük engele katlanamaz. Çünkü hayatı tanımamaktadır.
Gençler, yüksek hayaller ve amaçlara sahiptir. Çünkü hayatın tokadını yememiştir. Genç gurura ve başarıya paradan daha çok önem verir. Çünkü paraya ihtiyacı olmamıştır. Genç eli açık ve iyilikseverdir, çünkü kötülükleri tanınmamıştır. Genç çabuk güvenir, çabuk bağlanır çünkü aşağılanmamıştır. Büyüklerin görevi çocukları yedirip içirip giydirmek ve okutmakla bitmez. Onlara hayatı tanıtmak ve kişiliklerini iyi yönde geliştirmek de gerekir.
Bu arada, gençlik döneminde arkadaş seçimi önemlidir. Ancak bu konuda her gencin başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Ailelerin de maalesef arkadaş seçiminde gence etkileri bir yere kadar olabiliyor. Çünkü artık büyüdüğünü iddia eden genç arkadaşları hakkında aileye laf söyletmiyor. Eğer şanslı ve dikkatli ise doğru arkadaşlıklar kuruyor ve bu arkadaşlıklarından olumlu etkileniyor. Ama yanlış arkadaş seçimi ile ailesinden kopma noktasına gelen gençler, uyuşturucu batağına düşen gençler, sigara alışkanlığı kazananlar, okulu asmalar derken birçok olumsuzluğa kapılıp gidiyorlar. Bu da hayatlarını karartmalarına ve içinden çıkılmaz durumlarına sebep oluyor.
Ailelerin maddi sıkıntıları, gençleri tahmin edilenden daha fazla etkiliyor. Öyle ki birde sevgilisi varsa ve onunla maddi imkânsızlıklar nedeni ile istediklerini paylaşamıyorsa bu onun kötü hissetmesine ve küçük düşme hissine kapılmasına neden oluyor. Bulunduğu çevrede herkesten farklı olmak ve diğerlerinin yaptıklarını maddi imkânsızlar yüzünden yapamamak onu bunalıma itebiliyor. İşte bu yüzden manevi büyükler insanların tamah, dünyalık nefisle değil, kanaat nefisle büyütülmesini öneriyorlar. Geçenlerde bir Fen lisesinde rehberlik yapan bir öğretmenden duymuştum. “Hocam, ailesini beğenmeyen, küçük gören, meslekte para kazanmak için büyük hedefleri olan ama karakter ve kişilik olarak henüz oturmamış gençleri görünce çok üzülüyorum” demişti.
Arabası için kaliteli usta arayan, saçını boyatmak için en iyi kuaför araştıran, tarladaki otlar için sormadık mühendis bırakmayan veliler maalesef çocuğunun arkadaşı kim, öğretmenleri kim, nelerden hoşlanır veya hoşlanmaz bunları hiç araştırmıyorlar. Öyle ki, çocuğu 11. Sınıfa gelmiş bir veli daha ilk defa okula gelmiş ve “çocuğunuz hangi sınıfta” diye sorduğumuzda bilmiyorum diyebilmekte ve bundan da gocunmamaktadır. Atalar ne demiş: “Gidip gelinmeyen yolda dikenli otlar biter” çocuğumuzun kalbine gidip gelmedikçe aramızda dikenli yollar bitecektir.
Kaynak: Mutluluk psikolojisi-Nevzat Tarhan