Her insanın hayatında açılan ve kapanmayan bir yara vardır. Bize duygusal yara açan uzaktakiler değil çoğu zaman en yakınlarımız, arkadaşlarımız ve idarecilerimizdir. Önemli olan yarayla yaşamak değil, onu kapatmak ve iyileştirmektir. Gerçekte bedenimize ruhumuzdan çok daha fazla önem veriyoruz.
Guy Winch diyor ki.. “Beş yaşındaki bir çocuk bile, parmağında bir kesik oluştuğunda, o noktaya bir yara bandı yapıştırması gerektiğini bilir. Ona, dişlerini fırçalamazsa, dişlerinin çürüyeceğini öğretiriz. Çocuklarımıza hijyen kurallarını öğretiriz, ama duygusal hijyen konusunu ihmal ediyoruz. Fiziksel sağlımıza önem verirken, neden ruh sağlığımıza özen göstermiyoruz? Oysa psikolojik incinmişliğimiz, fiziki incinmelerden çok daha fazla. Bu yüzden psikolojik sakatlanmayla başa çıkmayı öğrenmemiz gerek.”
Bazen reddedilme, başarısızlık, yalnızlık gibi konular da ruhumuzda yaralar açar. Yalnızlık bir kişiyi üzmekle kalmıyor, onu öldürebiliyor. Kronik yalnızlık erken ölüm riskini yüzde 14 artırıyor. Yalnızlık, derin bir psikolojik yara açar. Düşüncelerimizi allak bullak eder. Kafamızı karıştırır. Çevremizdekilerin bizi önemsemediği hissine kapılırız. Yalnızlık, bizim dışarıya çıkmamızı ve başkalarına yakınlaşmamızı engeller. Kalbimiz kırıkken, neden yeni acılar arayalım ki? Çevrenizin insanlarla dolu olması ya da evli barklı olmanız hiç bir şeyi değiştirmez. Yanınızdakilerden duygusal ve fiziksel olarak kopuk olduğunuzu hissediyorsanız, yalnızsınız demektir. Ancak duygusal acımızın yüzde 96’sını kendimiz üretiriz. Duygusal gerginlik, IQ!muzu yüzde 10-15 oranında azaltır ve üretici düşünme, sorun çözme, odaklanma, yönetme ve üretken olmamızı engeller.
Bu noktalarla ilgilenmezsek, bu yaralar giderek daha kötü bir hal alırlar ve hayatımızı daha fazla etkilerler. Birçok hastalığın temelinde psikolojik rahatsızlıklar yatmaktadır.
Kendini mutsuz hisseden birisine “Boş ver, hepsi kafanın içinde. Unut gitsin” diyoruz. Ama bacağı kırık birisine “Boş ver, hepsi bacağının içinde, unut gitsin” diyemiyoruz. Kalbimiz kırıldığında da acil yardıma ihtiyacımız var. Kazalarda yaralananlar için hastanelerde acil servis var ama duygusal yaralanmalar için böyle bir servis maalesef yok.
Aslında içine girdiğimiz duygu durumlarının büyük birçoğu geçmişteki bir yaramızın tekrar sızlamasından meydana geliyor. Tıpkı yara olmayan bir yerimize dokunulduğunda bu acı vermezken, yaramıza parmak değdiğinde haykırarak sıçramamız gibi.
Duygusal yaraları iyileştirmenin yolları neler? Duygusal eğitim, hayatınızı nasıl değiştirir? Duygularımızın doğasını tanımak ve onları karşılayabilme becerisini edinmek paha biçilemez. Tüm hayatı kucaklamak da bizim için eşi benzeri olmayan bir araç. Zekâmızı eğitip, duygularımızın diline yabancı kalmamızı şimdi düşününce gülünç geliyor.
Duygularımızın dünyasından neden bu kadar bihaberiz? Bunları bize neden kimse öğretmedi?
Bilmiyorlardı elbet, bunların bilinmesi ve yaygınlaşması daha güncel gelişmeler. İster 20’lerimizde olalım, ister 50’lerimizde, hayatın içinde tek başına öğrenebildiğimizden çok daha fazlasını çeşitli duygusal eğitimlerde öğrenebiliyoruz. Ve daha yeni olgunlaşmaya başlıyoruz. Duygularımızı nasıl karşılayacağımızı, onları nasıl yorumlayacağımızı ve ifade edeceğimizi öğrendikçe büyüyoruz.
“Sen bana böyle hissettirdin” yerine “sen şöyle yaptığında ben böyle hissediyorum” demek arasındaki farkı daha yeni kavrıyoruz. Duygularımızın sorumluluğunu almak denen evreye ancak böyle geçiyoruz. Ve ancak bundan itibaren kişi asıl çözüme yüzünü dönebiliyor. Yani duyguyu yaşayanın kendisi olduğunu fark ettiğinde, duygunun meydana çıktığı kaynağa, kendisine bakıyor.
Duyguların kaynağına baktığımızda aslında içine girdiğimiz duygu durumlarının hepsi güncel değil. Hatta büyük birçoğu geçmişteki bir yaramızın tekrar sızlamasından meydana geliyor. Verdiğimiz tepki dokunuşun kendine değil, aslında yaranın sızısına. Böylece biz gözümüzü dışarı dikmiş, bize bu duyguyu “hissettirenin” davranışını değiştirmemiz gerektiğini zannederek, yaramıza bakmıyoruz.
Bunu anlamak için duyguya şöyle bir test yapabiliriz: Bu duyguya aşina mıyım? Daha önce de hissettiğim aynı yoğun tanıdık duyguyu mu yeniden hissettim? Öyleyse, asıl önemli kısım burası, bu duyguyu daha önce ne zamanlar hissetmiştim? Hatta mümkünse, ilk ne zaman hissetmiştim? Bunu başta hatırlamasan da, içine bunu sorup duyguya odaklanmaya devam edersek bir anı, bir cevap belirecektir. İşte ta o zamandan beri yaralısın. Ta o zamandan beri bakıp iyileştirmeyi bilmediğin o yaranın acısını çekiyordun. Şimdi iyileştirmeye hazır mıyız?
Kronikleşen duygularından gerçek anlamda özgürleşmenin, bunları hissetmekten kurtulmanın bir yolu var. Ve aslında gerçekten işe yarayan tek yol bu. Bunu hissetmek!
Ve bugüne kadarkinden farklı şekilde, onu gerçekten, dikkatini vererek, dinleyerek hissetmek. Uzun zamandır dikkatini çekmeye çalışan, ağlayan bir çocuk var orada. Bu duyguya maruz kalmaktan özgürleşmek için, onu dinlemen, dikkatini vermen, onu duyman gerekli. Yani bilinçle yaşamak…
Böylece sen o ağlayan çocuğu görmüş, onunla bağlantı kurmuş olacaksın. Yok saydığın, geçiştirdiğin bir yanınla duygudaşlık edeceksin ona. Olanı değiştiremesen bile, onunla birlikte, onun yanında olmuş olacaksın. İçindeki çocuğun, kendinin, senden istediğini elde edene dek ağladığı şey bu. Sonra sakinleyip susacak, olan bitecek.
Dinle, ne diyor. Hangi anıları, hikâyeleri anlatıyor. Aklına ‘alakasız’ görünen neler geliyor, izle. Ve kaçma dürtüsü, boş verip bırakma isteği gelirse geri dön. Bu hislere ‘bu kötü’ diye yüklediğin anlamları kenara bırak ve sadece yeni bir tadı ilk defa keşfediyormuşsun gibi duyguyu hisset. Bir süre sonra fark edersin ki, bir şeyler dönüşüyor, yumuşuyor, hafifliyor.
Bunu ilk seferde odaklanıp yapamazsan sorun değil. Sadece bil ki, bunu becerememekte tek başına değilsin. Ne kadar insan varsa, duygularına bu pansumanı yapamadığı için aynı acı döngülerini yaşıyor. Öğrendikçe, birbirimize dokunarak paylaşmak, her birimizin özgürleşmesi için bir şans yaratıyor. Bu durumlarda yaramızı deşen değil, yaramızı pansuman edecek gerçek dostlara ihtiyaç var ya da bir psikologa.
Duygularımızın doğasını tanımak ve onları karşılayabilme becerisini edinmek paha biçilemez. Tüm hayatı kucaklamakta bizim için eşi benzeri olmayan bir araç. Bilimsel olarak biliniyor ki insan mantıkla değil, duygularıyla hareket eden bir canlı. Ve bilincinde olmadığımız duygularımız bizi hayatın içinde türlü rahatsız hikâyeye sürüklüyor. Bu muhteşem makineyi kullanıyoruz güya, ama makineye hâkim olmamaktan ötürü, o bizi kullanıyor, biz de özgürüz sanıyoruz.
Yarasına bakmayı becerebilen bir kişi, duygularının onu sürüklediği nice masaldan da özgür oluyor. Örneğin üzerinde tahakküm kurulmasına da, birileri üzerinde tahakküm kurma ihtiyacına da, onu çeşitli çukurlara sürükleyen türlü davranışına şifa getirmeyi öğreniyor ve kendine olduğu gibi, başkalarının da davranışlarına bambaşka bir bakış açısıyla bakmayı öğreniyor. Bağıran insanlara kanmıyor, artlarında ağlayan çocukları görebiliyor. Hayatı daha hafif, anlayışlı ve şefkatli bir yerden yaşayabiliyor.
Kişinin bu gücü açığa çıkarmasını beslemek, kendini iyileştirme kapasitesini geliştirmek, ona hayatı boyunca verilebilecek en işe yarar katma değerlerden biridir. Bu yüzden özellikle çocukları olanlar önce kendilerine bunu katarsa, sonra doğallıkla bu bilinci çocuklarına aktarabilirler. Onların hayatları boyunca kendilerini en güzel koşullarda desteklemelerini sağlayacak bu farkındalığı sunabilirler. Bu eğitimin önemi yadsınabilecek bir şey değil. Düşündüğünüzde şimdiye dek ‘boş yere’ yaşadığınız onca şeyi ve zamanı… Ve bundan sonra hem akılla hem duygularla, çok daha sağlam adımlar atmayı bilmeliyiz.
Aslında duygusal kanamayı durdurmak elimizdedir. Kendimizi yargılamayalım. İyi bir arkadaştan beklediğimiz iyi davranışları kendimize gösterelim. Unutmayalım ki, duygusal acılarımızı azaltarak, daha üretici olabiliriz. Psikolojik sağlığımızı ön plana alarak, hem başarılı hem de mutlu bir hayat sürme şansımızı artırabiliriz.
Bu konuda duyguları yönetmenin kaynak yönetimine benzediğine değinen prof. Dr. Nevzat Tarhan, duygu yönetiminde yer alan karanlığın yedi atlısı hakkında bilgi verdi. Karanlığın yedi atlısı olarak kin, öfke, düşmanlık, kibir, kıskançlık ve elem duygularını sıralayan Tarhan, bu duygulara sahip olan kişilerin beyinlerinde zehirli kimyasallar salgılayarak damar direncini artırıp, tansiyonu yükselttiği ve mide de spazm, asit oluşumu gibi hastalıklara neden olduğunu söyledi.
Tarhan, duygu yönetimindeki olumlu duygular için neşe, sevinç, iyimserlik, umut, huzur, özgüven gibi duyguları sıraladı. Tarhan, duygu yönetimindeki olumlu duyguların tehlike geçti, rahatla, sakin ol, huzurlu ol şeklinde beyne komut verdiği ve zamanla vücudumuzdaki kasların düşüp, vücudumuzun rahatladığını ifade etti. Tarhan, olumlu duygularımızı artırıp olumsuz duygularımız azaltmamız gerektiğini de vurguladı.
Kaynak: İrem Erdem -Fer İnsanoğlu- Fatoş Karahasan cnn yazarı