DUYGUSAL İLİŞKİDE KADIN İLE ERKEĞİN SORUN ÇÖZMEDEKİ FARKLARI
Kadın ve erkekler arasında problem çözme yöntemleri de birtakım farklılıklar gösterir. Karşılaştığımız olaylarda öncelikle yaklaşık biçimimiz ve düşünce kabımız oluşur, sonra tepki veririz. Mesela insana bir eleştiri yöneldiği zaman onun yorum, yaklaşım ve değerlendirilmesinde iki cins farklılık görülür. Kişinin, haklı bir eleştiri karşısında “cezalandırıldım! İnsanlar karşısında küçük düştüm!” değerlendirmesi yanlıştır. Bu yanlış değerlendirme sonunda öfke, tepki ve bazı hatalı davranışlar ortaya çıkar. “Bütün kabahat bende mi? Bu adam beni ne sanıyor? Önce kendine baksın! Mahvoldun!” gibi tepkiler doğar ve insan karşıdakini suçlamaya başlar. Böyle düşünmek ve söylemek yerine, “unutmuşum, ihmal etmişin, işi zamanında bitirmeliydim.” değerlendirmesi gerçekçi ve daha doğrudur. Bu durumda da belki ister istemez hayal kırıklığı yaşanır, ama kişi hatasını görmüş olduğundan kendine olan güveni kırılmaz.
Mahvoldum şeklindeki kognitif bir yaklaşım da kadının kendini yetersiz ve eksik hissetme eğilimi ön plana çıkarken, erkek de saldırganlık meyli baş gösterir. Erkek suçu karşısındakine yüklerken, kadın daha depresif bir eğilim sergiler; çaresizlik hisseder ve sığınacak liman arar. Yıkıcı eleştiriye tepkide cinsler arasında böyle bir farklılık söz konusudur, Eleştiri karşısında evli çiftler, “Bencilsin beni incitmek sana zevk veriyor!” şeklinde suçlayıcı bir yargıyla “sen” diline başvururlar. Hâlbuki olaya ya “ben” diliyle yaklaşılır ve “beni incittin; üzülüyorum” mesajı verilirse karşı tarafta suçluluk duygusu uyanır.
İletişim hatalarında çoğu zaman akıl okuma eğilimleri vardır. Kişi karşıdaki insan bir şey söylediğinde hemen alınır ve “Bunu beni aşağılamak için söylüyorsun” diyerek bu sözde kötü niyet arar. Bunlar paranoid eğilimlerdir ve geçmişi sıkça gündeme getirirler. Kadınlarda bu duruma sıkça rastlanır. Erkeklerde karşılaşılan problem ise kendini bütünüyle haklı gösterme eğilimidir. Erkekte davranışlarına sorumluluğunu almaz, bu suretle karşı tarafın kişiliğini ezerler. Hâlbuki “öfkeme sahip olamıyorum, bu benim zayıf tarafım, sen de haklısın” diyebilseler, kadın da ona karşı saygı uyanacaktır. Erkek “güç bende” kaygısıyla hareket ettiğinden kontrolü kaybettiği hissine kapıldığı zaman hırçınlaşır. Karşı tarafa kendini suçlu ve yetersiz hissettirerek egosunu tatmin eder.
Pasif agresif kişilik taşıyan kadınlarda ise işi yokuşa sürme, yapmama, savsaklama erteleme ve erkeği sinirlendirecek şeylere çanak tutma özellikleri ön plandadır. Kocası da kızdığı için nezlesini ona bulaştırıp öç alan kadınlar vardır. Bir olay karşısında “iş işten geçti artık geç kaldım” deme yerine, “geç de olsa durumu fark etmek beni mutlu etti” yaklaşımı daha doğrudur. Erkekler olaylar karşısında ses tonunu daha kolay yükseltirler, onlarda danışmanlık rolüne girme eğilimi daha fazladır. Yani sorunlarda erkek “bay mantık”, kadınlarda ise “bayan duygu” rolündedir. Erkekler olaya “benim fikrimi çürüt” diye yaklaşırken, kadın “beni anla” diye seslenir.
Evlilik ilişkilerinde empati, düşmanlıkları ortadan kaldıran değerlerden biridir. Muhatabının hislerini anlayan kişinin aynı anda o kimseye kızgınlık duyması imkânsızdır. Temel bazı psikolojik ihtiyaçlar vardır. Sevgi, sevilmek, değer verilmek, beğenilmek, güvende olmak, kendini ifade edebilmek gibi. Bu ihtiyaçlar engellendiğinde acı, öfke, kızgınlık, nefret, korku, üzüntü gibi olumsuz duygular yaşanır. Eğer karşımızdaki insan bunları anlamazsa kendimizi çok kötü hissederiz.
Yanlış anlaşılmak çok can sıkıcıdır. “Beni anlamıyorsun” ifadesi, karşımızdakine yönelttiğimiz en sık suçlamalardan birisidir. Öz güven ihtiyacı erkek için bağımsızlık isteği, mesleki konum ile karşılanırken, kadın için yakınlık kurma ve öz saygı gibi hislerle özgüven tamamlanır. Erkeğin işini kaybetme korkusu, küçük düşme endişesi sırasında yaşadığı değersizlik duygusunu kadın aşk ilişkisi bittiğinde ve terk edildiğinde yaşar.
İnsan anlaşılmadığını düşündüğünde eş duyum becerisini geliştirmek için kendi kendisine “Hissettiğim şeyi onun da hissetmesini nasıl sağlayabilirim? Hislerimi anlamasına nasıl bir yardımcı olurum?” sorularını sormalıdır. Mesela erkeğin asık suratlı olmasının aile ilişkisine nedenli zarar verdiğini anlatmak için şöyle bir örnek verilebilir: “İş yerinde ekibinden birisi asık suratlı olarak müşteriler arasında dolaşsa ne hissedersin?” Bu durum ürünün satışına ve dolayısıyla işine zarar vereceğinden erkek bunu onaylamadığını söyleyecektir. Böyle bir soruyu sormakla onda ev halkına karşı eş duyum bilinci uyandırılabilir.
Kadınlarda rom bellek hiç silinmez. İnsanın geçmişinde yaşadığı psikolojik travmalar vardır. Bu travmalar beynin derinliklerine yazılır ve kişinin iradesi dışında sürekli düşünce üretirler. Zaman zaman kişilikten bağımsız olarak ortaya çıkan düşünceleri kafasından atmayı başaramayan kimse, mutlaka tedavi olmalı ve gerekirse ilaç kullanmalıdır. Mazide olup biten bir hadiseyi unutmamak ve devamlı hatırlamak, sorunun çözülmediğini gösterir. Basit bir problem çözme yöntemi olan “çare varsa gerekeni yaparsın, üzülmeye değmez; çare yoksa üzülsen de sonuç değişmeyeceği için yine üzülmeye değmez” formülünü çoğu zaman uygulamayız. Sürekli geçmişte yaşayan bir kişi, kimseyi bağışlamaz ve hep suçlamaya devam eder. Suçlama bizi meselenin sorumluluğunu kendi dışımızda aramak gibi ilkel bir savunma mekanizmasına götürür. Çünkü kin, intikam, öç alma gibi olumsuz duygular, kişinin çözüme yönelik adımlarını engeller, hep alarm durumunda kalmasına sebebiyet verir. O insanla yaşayan, onunla birlikte olmanın zorluğunu görür ve çok çaba gerektirdiğini düşünerek uzaklaşmayı tercih edebilir. Oysa çözüm sorunun, içindedir.
Kin duygusu, mutluluğa zarar verir, sevgiyi azaltır. Zamanın ve enerjinin boşa harcanmasına sebebiyet verir. Kin duygusu içindeki kişi, bağışlamayı başarabilir. Eğer kişi ve olaylar bağışlanması mümkün olmayan olaylarsa ve mağdur edenler pişmanlık duymuyorlarsa, bu acıyı yaşamamız gerektiğini düşünmek en akıllıca yoldur. Affetmemenin ve unutmamanın size neye mal olduğunu hesap etmek gerekir. Aynı olayın tekrar etmemesi için neyi öğrenmek gerektiğini belirleyen kişi, sorumluluk kendisi için kazanıma dönüştürür.
İlerlemenin geçmişle hesaplaşmaktan daha önemli olduğunu düşünen insan, başkalarını suçlamadan, beyin enerjisini geçmişe ve geleceğe dağıtmadan yoluna devam eder.
İlişkilerde inatçılık ise kadın ve erkek ilişkilerinde iletişim kazasına en çok sebep olan duygulardan birisidir. İnatçı kişilerin temel psikolojik ihtiyaçları iki tanedir: Birincisi haklı olduklarını göstermektir, çünkü hep kendilerinin haklı olduğunu düşünürler. İkincisi, kontrolün ellerinde bulunduğunu hissetmeleridir. Bu tipler hep karşıt fikri ‘’kendilerine meydan okumak’’ şeklinde algılarlar. Çünkü çocukluk dönemlerinde fazla eleştirilerek büyütülmüşlerdir ve bu da onların kendilerini eksik hissetmelerine sebep olmuştur. İnatçıların beyinlerinin derinliklerinden ‘’Eksiksin, kişilikli değilsin’’ mesajı gelir. Neticede sürekli varlıklarını ispatlamak ve haklılıklarını göstermek ihtiyacına düşerler. Bu kimseler kendilerini tanıyıp geliştirme olgunluğuna sahip olamamışlarsa çevrelerinde kibirli, küstah, saygısız olarak anılırlar. İnatçı insanların keskin fikirleri ve düşünce katılıkları kendilerini güçlü ve güvende hissetmelerini sağlar. Saldırıya uğramadıkları halde savunma pozisyonunda bulundukları için dışarıya yardıma kapalı oldukları görüntüsü verir ve yalnız kalırlar.
Ancak inatçı kişiler bilmelidirler ki, insanın her zaman haklı olması mümkün ve doğru değildir. Bir kimse her şeyi bilemez. Her şeyi bildiğini düşünen insan da öğrenmeye kapalı olduğu için gelişemez. Hatayı kabul etmek, kişiyi değersiz kılmaz aksine daha cana yakın hale getirir. Yoksa başkalarının haksız olduğunu hissettirmek, o kişileri sizden uzaklaştırır. İnatçılığın cezası, insanların sizden uzaklaşmasıdır. Diğer cezası da kişinin kendisiyle savaş halinde olmasıdır.
Kıskançlık duygusu ise uranyum cevheri gibidir, kişide çatlak oluşturur. Oluşan çatlağı tamir çabası, enerjiyi açığa çıkarır. Bu enerji yıkıcı veya yapıcı olarak kullanılabilir. Kişi yanlış davranırsa onu harap eder, motivasyonu kırılır, ateşin odunu yaktığı gibi onu yakar. Ama şikâyet etmek yerine cesaretle davranan insan, ‘’Bunu ben de yapabilirim’’ diyerek harekete geçer. Benzemek istediğimiz başarılı kimselerin felsefeleri, değer yargıları, planları bu yolla öğrenilir.
Modern hayat tüketimi arttırmak için rekabeti teşvik etmiştir. Rekabet kıskançlığa, kıskançlık ise mutsuzluğa dönüşmüştür. Gerçekte memnuniyet ve şükür duygularından yoksun bir hayat, anlamlı değildir. Payına düşenden memnun olmayan insan kıskançlık duyar. Aza kanaat etmeyip hep çoğu isteyen kişi zengin de olsa yoksuldur. Gerçek zengin, elindekilere memnun olandır.
Kıskançlığın önemli boyutlarından birisi de kadın erkek ilişkilerinde yaşanır. İlişkilerin tehlikeli dünyasında kıskanç tipler ilişkiyi çekilmez hale getirirler. Kıskançlık ve kuşku fırtınasının arkasında genelde sevgi ve ilgi isteği yatar. Kıskançlık patlaması, suçlamayı doğurur. Suçlama kavgaya dönüşür. Gece uykuda eşini uyandırıp ‘’Rüyanda kimi görüyordun?’’ diye soran eş ilişkiye zarar verir. Amacı sevgiyi arttırmak iken böyle bir davranışta hedefe giden yolu tıkar. Diğer önemli noktada eşlerin birbirlerine verecekleri en büyük hediyenin güven olduğunu bilmeleridir. Kadın, kocasına ona inanmaktan daha büyük bir armağan veremez.
‘’Bir insan hem evli kalırım hem cinsel olarak istediğimi yaparım.’’ diyorsa, evliliğin doğasına aykırı davranır. Bu yanlış yaşayış yüzünden er ya da geç bedel ödemek zorunda kalacaktır. İnsandaki doğal dürtülerden biri olan öç alma hissi, aldatan tarafa acı çektirmek için yasak ilişkiye götürebilir kişiyi. İnsan bazen de bunu eşine istenebilir ve beğenilebilir olduğunu ispatlamak ya da kıskanmasını sağlamak için yapabilir. Fakat sonuç her iki sebepten ötürü yıkımla sonuçlanır. Yani sallantılı olan evlilik ya bitecek ya da taraflardan biri cezaevine giderken diğeri de mezarlığa gidecektir.