"Günümüzde bir medeniyet krizi yaşanıyor. Aileler dağılıyor, çocuk ruh sağlığı sorunları artıyor, nikah karşıtı akımlar artıyor." "Aileyi korumak günümüzün en önemli meselelerinden biri haline geldi. Bu konuda Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ailelerin olmadığı yerlerde toplumun da oluşmadığını kaydetti. Tarhan; “Aile birey açısından da toplum açısından da temel bir kurumdur. Bir binayı ayakta tutan yapı taşlarıdır. Toplumun yapıtaşları da ailedir. Biz bir insanın çocukluk dönemini, onun ana vatanı olarak tanımlıyoruz. Bir insanın kişiliğinin anavatanı çocukluk dönemidir. Bu durum aile ortamında oluşuyor. Ailenin olmadığı yerde çocuk sağlıklı gelişmiyor. Aile, kişilik gelişiminin temelinin oluştuğu ortamdır. Birey ve toplum açısından da temeli oluşturan yapıtaşlarıdır. Ailenin olmadığı yerde toplum oluşamıyor, insan sosyal bir varlık olamıyor. Aile, sosyal dokunun en kıymetli parçasıdır. Bir çocuğun ilk öğretmeni annesidir. Ondan sonra babası gelir, daha sonra okul gelir.” ifadelerini kullandı.
Yaşar Değirmenci ise; Ailenin dağılması sonuçtur. Bu sonucu doğuran sebepler üzerinde çok ciddi düşünmek, tahlil etmek gerekir. Aile fertlerinin mutluluğu cemiyetin mutluluğu demektir. Aile ve toplumun temelini oluşturan her türlü değerin yozlaştırılması üzerinden reyting elde eden, evde kadınları TV başında esir alıp kukla haline getiren gündüz kuşağı ve benzeri programlara, sosyal medyaya gereken takip ve kontrol yapılmalı. Değerlerimizi bombalayan ‘gündüz kuşağı’ ve benzeri programları yaşattığı facialar yüzünden toplum olarak da cezalandırılmalı. Sorumlu olanlar; acilen ihtiyaç duyulan maddi manevi ne gerekiyorsa yapmalıdırlar.
Eşler ve çocuklar birbirine ‘mülkiyet bağı’ ile değil, ‘emanet şuuru’ ile bağlıdır. Canların yegâne sahibi olan Allah, bizi buluşturarak birbirine emanet etmiştir. Allah’ın emanetini gözü gibi korumayan, hırpalayan, zedeleyen, suiistimal edenler, gün gelip emanetin sahibine hesap vereceğini unutanlar ‘aile davası’na ihanet etmiş olmazlar mı? Her gün vak’ayı âdiye haline gelen ölmeler, öldürmeler aile vahşet ve katliamları bireysel, toplumsal ve kamu huzurunun da katliamı değil mi?
Aile fertleri yük, ayak bağı, masraf kapısı yahut dert kapısı olarak görülür, aile içinde sağlıklı ve huzurlu bir iletişim için emek verilmezse; ailede büyük-küçük, kadın-erkek herkes birbirini tanımak ve anlamak için vakit ayırmazsa; şartları düzeltmek ve problemler üzerinde konuşmak yerine günü kurtarmak ve kaçmak tercih edilirse aile huzuru olur mu? “Dijital işgal”den kurtulamayanlar, özgür olabilirler mi? Birbirlerine zaman ayıramayanlar internet, akıllı telefon, vs. ağından kurtulamayanlar; sonuçta yalnızlaşır, yabancılaşır, uzaklaşır ve mutsuzlaşır.
Aile mahremiyeti ve en ters biçimleri ve en mahrem biçimleri ile cinsellik, eğlence ve şov programlarına akmaya başladı. Normalmiş gibi aldatılan koca, aldatan kadın ve namussuz erkek yan yana poz veriyorlar. Toplumun ahlakiliği kaybettiği ve kaybettirildiği ilişkiler bunlar. Yani akılsızlık, bilgisizlik sarmalında ortaya çıkan bir sosyolojinin patolojileri olarak karşımıza çıkıyor. Bu patoloji, televizyonlarda şovlarla servis ediliyor. İnsanlar gülüyor, eğleniyor, şaşırıyor. Spiker yargılıyor, hesaba çekiyor, savunuyor. Yargıç ve avukat rollerini oynuyor. İnsanların en mahrem değerlerine en ters gelen konular, normal hâle getirilebiliyor. Psikolojik ve sosyolojik olarak anormaller, normalleştirildi. Tıbbi olarak ifade edersek; Psikosomatik hastalıklı duruma düşürüldü. Yani akılsızlık, bilgisizlik sarmalında ortaya çıkan bir sosyolojinin patolojileri oluştu artık. Bu patoloji, televizyonlarda şovlarla servis ediliyor.
Aldatma, ensest, gayri meşru çocuk doğurma ve zina gibi davranışlar kitlelere seyrettirilerek normal hale geliyor. Kitlelerin algı dünyasındaki namus ve mahremiyet bilinci parçalanıyor. İnsanın bir zamanlar uğruna hayatını adadığı ve hayatına kıydığı namus sıradanlaşıyor. Ailenin birliğini ve bütünlüğünü tutan temel değerler yerinden ediliyor. Namus, sadakat, mahremiyet, ahlak gibi bu değerler, bozanların eşliğinde ters yüz ediliyor. Kitleler her gün bunların nasıl çiğnendiğini seyrede seyrede bu değerlere olan inançlarını kaybediyor. Alıştırıla, alıştırıla hassasiyetlerimiz/duyarlılıklarımız dumura uğruyor.
Aile bütünlüğü dünyada da Türkiye’de de kan kaybediyor. Boşanma, terk, parçalanma ve sadakatsizliğin yükselişi de bunun göstergesi. Bir de toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle meşrulaşmaya başlayan lezbiyenlik gibi tutumlar var. Bunlar da aileyi gereksiz ve anlamsız hale getiren fitnelerdir. Feminizm de ailenin erkeğe iktidar alanı ürettiğini düşünüyor. Aile bu kadar çok yönlü saldırılar altında. Hem ideolojik hem de değerler yönüyle böyle. Bir de buna şov programlarındaki içerikler eşlik edince mesele daha da büyüyor. Türk ailesini korumaya yönelik yasalar ve yönetmenlikler neden işlemiyor diye insan sormadan edemiyor.
Aile Bakanlığı ve RTÜK’ün Türk ailesini koruma görevi var. Bütün bunları düşündüğümüzde sosyal medya ve televizyonlarda aile yapımızla çelişen ve hatta aile değerlerimize bomba gibi düşen bu programların neden hâlâ devam ettiğini insan merak ediyor doğrusu. Gençlerimizi madde bağımlılığı, alkolizm, deizm ve ateizm gibi afetlerden uzak tutmak istiyorsak öncelikle ailelerimize sahip çıkmalıyız. Çünkü içinde çatışan, boşanan, parçalanan ve çözülen ailedeki çocuklar ve gençler soluğu bu kötülüklerde alıyorlar.
Aile, medyatik barbarların saldırısı altında. Sanki Moğolların saldırısından daha yıkıcı bir barbarlık var.
Modern hayatın içinde yaşayıp giderken bizi hakikatten uzaklaştıran, ilk anda fark etmediğimiz birçok yanlış tercih var. İdeolojiler, siyasi farklılıklar, reklamlar, zihin mühendisleri. İnsanlık tarihinde eşi benzeri olmayan zamanları yaşıyoruz. İki yüz yıldan bu yana önce erkekleri, sonra kadınları büyük ölçüde evden kopararak çalışma hayatına katan, son yıllarda iyice artan ve hâlâ bütün hızıyla devam eden devasa bir değişim sürecinin içindeyiz. Kadınlarla erkeklerin ev dışında çalışmalarını şart olarak sunan, aile üyelerini ev dışında bir hayata zorlayan, özgürlükleri alabildiğine teşvik eden, (helâl mi-haram mı, meşru mu-gayri meşru mu sorularını sordurtmayan) aile değerlerini ve akrabalığı önemsemeyen bu yapıyla aile, toplum huzur bulur mu? Ülkeyi yönetenler kim olursa olsun aileye ve gençliğe sahip çıkma vazifesini yapmalıdır. Zihin ve sosyal doku kaybının oy kaybından daha önemli olduğu, zihin ve zemin dünyalarına girmelidir.
Çoğu zaman coğrafya kaderdir demenin tembelliğe davetiye çıkarttığından bahseden Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Kadercilik, tembellik gibi anlaşılıyor. Halbuki çevrenin, doğduğu yerin kader olma rolü var. Afganistan’da doğanla, Türkiye’de doğan, Amerika’da doğan aynı şartlarda doğmuyor ama kişi isterse bu şartları değiştirebiliyor. ‘Benim doğduğum yer kaderim ben böyle kalayım.’ gibi düşünceler tamamen yanlış bir paradigma oluşturuyor. Kişi isterse onu değiştirebilir ama teslim olursa değiştiremez. İtiraz ederse değiştirir, sorgularsa değiştirir ve birçok keşiflerde zaten öyle de olmuştur. Gerçek kader, insanın özgür iradesiyle yaptığı seçimden sonra ortaya çıkan kaderdir. Kabullenirsen o da bir seçimdir ama böyle olursa düşünce tembelliği olur. İnsanlar sorgulamak istemiyor, hiç sorgulamadığı için, ‘Sen bu coğrafyada doğdun, kader.’ diyerek insanları kabullendiriyorlar. Halbuki insan gelecek projeksiyonu olan bir varlıktır. Geleceğe yönelik bugünü değiştirmek ve bugünle ilgili hakları ve sorumlulukları vardır. Bu nedenle coğrafya kader demek tembelliğe davetiye çıkarmaktır.”
Aile bütünlüğünün korunması, ancak aileye değer ve emek vermekle, ailesine zaman ayırmakla mümkündür. İnsan kimi zaman eşi ile geçinmekte zorlanır. Kimi zaman eşini kaybettiğinde bir ailenin yükünü tek başına omuzlar. İyi bir evlat yetiştirmek uğruna ömür boyu gayret gösterir. Sabretmesi ve şükretmesi gereken amellerle dopdolu bir imtihan dünyasında olduğumuzu unutmayacağız. Mümin olarak sabreden ve şükredenlerin yerinin Cennet olduğunu da bilmeli ve kabul etmeliyiz. Sonuçta insan şu âyeti ikaz şırıngası olarak görmeli. “Siz ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakınlarınızı yakıtı insanlar ve taşlar olan tarifsiz bir ateşten koruyunuz!” Aile bireyleri, olanca zorluğuna rağmen, hayat imtihanında ailesini ihmal etmemeli, mutluluğu dışarıda değil, evinde ve yuvasında aramalıdır.