En çok satılan “üçüncü Dalga ”kitabında, Amerikalı yazar ve fütürist, Alvin Toffler; geleceğin cahilinin, okumamış değil, nasıl öğreneceğini bilmeyen kişiler arasından çıkacağını söyler.
Malum, Dünya kısa bir süre önce ama çok hızlı ilerleyen bir biçimde “bilgi toplumu” ya da “bilişim ”çağına girmiştir. Ve bilgi artık en büyük güçtür. Ancak hatırlatmak gerekir ki; kontrolsüz güç, güç değildir. Tıpkı aşırı hırs, aşırı hız gibidir kaza yaptırır mantalitesinde olduğu gibi.
Bugün evlerimizde ya da ceplerimizde adeta bir uzvumuz haline gelen teknoloji sayesinde bilgi oldukça hızlı ulaşılan bir özellik kazanmış yani demokratik hale gelmiştir. Ancak fazla demokrasi anarşi doğurur lafını da tam da burada hatırlatmak isterim. Çünkü tek tuşla ulaştığımız bilgi her zaman doğru ve faydalı bilgi olmayabilir. Dolayısıyla bilginin kendisi kadar kaynağı da çok önemlidir. Bu nedenle bugün hemen hepimizin ortak kullandığı arama motorlarının ve onların bizleri yönlendirdiği sitelerin güvenilirliğini sorgulamamız gerekir.
Buraya kadar bilginin yaygınlığından, herkes için kolay ulaşılabilir olduğundan, önemli olduğundan vs. den söz ettim. Yazımın bundan sonraki kısmında sadece kişiler için değil organizasyonlar ve devletler için bilgiden, sürdürülebilirlik açısından bilginin üretime olan katkılarından bahsedeceğim.
Emek, sermaye, iş gücü ve ham madde tüm bunlar yakın bir zamana kadar imalat ve hizmet sektörlerinin temel üretim faktörleri iken, bu saydığımız üretim faktörlerine sonradan bilgi kaynakları da eklenmiştir. Bilgi, yeni bir ürün ortaya konmasında, yeni bir iş modeli, yeni bir yöntem geliştirilmesinde esası oluşturmaktadır. Dünyanın en büyük jean pantolon markalarından biri olan Levi Strauss’un kurucusu işin büyük bir kısmının enformasyon küçük bir kısmının ise kumaş ve terzilik olduğunu söyler.
Kısacası daha önce üretilmemiş ürünlerin ortaya çıkması, yeni yönetim anlayışlarının gelişmesi, yeni bakış açılarının doğması, ne tür bilgiye sahip olunduğu ve bilginin nasıl kullanıldığı ile ilişkili olarak gerçekleşmektedir. Böylelikle yeni ürünlerin ve yeni fikirlerin üretilmesinde temel faktör artık bilgi olmaktadır.
Elbette bilginin nasıl ve ne zaman kullanılacağının yanı sıra nerede ve ne niçin kullanacağının da büyük önemi vardır. Bir örgütün, kurum veya kuruluşun, işletme ya da organizasyonun adına ne derseniz deyin, sahip olması gereken ve işletmecilik uygulamalarında kullanılan bilgi sayesinde, günümüzde artık değişime ayak uyduran işletmelerden ziyade değişime öncülük eden yani proaktif olan işletmeler faaliyetlerine etkin ve kârlı olarak devam edebilmekteler yani ayakta kalabilmekteler diyebiliriz. Mevcudu koruyan değil mevcudu değiştirmeye, dönüştürmeye hevesli risk almaktan çekinmeyen, sürekli öğrenen ve öğreten hatta öğrenmeyi kurum kültürünün bir parçası haline getiren yönetici liderlerin başını çektiği kurumların dünya ekonomisine yön verdiğini görmekteyiz. Anlayacağınız balık baştan kopar ya da kokar. Marifet kokmadan veya kopmadan büyüyerek piyasadaki diğer küçük balıkların büyümesine engel olabilmek.
Peki, bu nasıl mümkün olacak? Diye sorduğumuzda cevap basit. Zihniyeti değiştirecek eski alışkanlıklarımızı geride bırakacağız. Bilginin son derece hızlı bir şekilde ve sürekli olarak yenilendiği günümüzde işletmelerimizin başarılı olabilmesi için işletme içinde yaratıcı işbirliğini geliştirecek yeni öğrenme ortamları oluşturacağız. Dolaysıyla bireysellikten uzak olan bu gelişim, işletmelerin yapısında ve yönetim modellerinde hızlı değişimler yaratmış, takım çalışmalarını destekleyen sürekli öğrenmeyi vurgulayan öğrenen kurumlar haline gelecek.
Başlığımızın konusu olan öğrenen kurumlar veya öğrenen organizasyonlar teorisinde ana mantık, kurumun zekâsı o, kurumdaki bireylerin zekâsının toplamından daha büyüktür. Öğrenen organizasyon, adeta bir canlı organizma gibi sürekli olarak yeni bilgi yaratma, mevcut bilgileri paylaşma, birlikte öğrenme ve bu öğrenmeyi hızla uygulayarak adaptasyon sağlama temelini atan bir iş modelidir. Bu model, çalışanların bireysel olarak sürekli gelişmelerini teşvik ederken, aynı zamanda bu bireysel öğrenmeleri kurum düzeyinde bir bilgi birikimine dönüştürmeyi hedefler.
Dolayısıyla kurumsal öğrenme sayesinde işletmenin yapısı, kültürü ve hafızasına dâhil olmuş bireylerin öğrenmesi yoluyla işletmenin iç ve dış çevresel değişimlere daha kolay adapte olması da sağlanmış olur. Doğal olarak, kurumsal öğrenme, bireylerin tek tek öğrendiklerinin toplamından daha fazladır. Yani birlikte öğrenmenin getirdiği sinerjik bir etki bulunmaktadır. Kurumsal öğrenme teorisine göre, gerçek öğrenme, organizasyonu oluşturan kurum üyelerinin kavradıklarını, bildiklerini ve hafızalarını paylaştıkları zaman gerçekleşir.
Burada amaç, ortak bilginin korunması, paylaşılması ve sergilenmesini ifade eden organizasyonun hafızasını korumak ve sürekli geliştirmektir.
Öğrenen kurumlar tüm dünyada olduğu gibi son yıllarda Türkiye’de de rağbet görmeye başlamıştır. Çeşitli şirketler, öğrenen kurumlar yaklaşımı üzerine teorik ve pratik bir birikim sağlamak ve bu birikimi işletme sistemlerine uyarlamak için çeşitli kurumlarla bağlantı kurmaktadır. Sonuç olarak, uluslararası rekabetin hız kazandığı son zamanlarda, dünyayla bütünleşme yönündeki hızlı gelişmeler, örgütleri de bu hızlı gelişmelere ayak uydurmak zorunda bırakmış yönetim anlayışı da ciddi değişimler göstermiştir.
Elbette sürekli öğrenen bir kurum yaratmak zorlu bir süreçtir. Sürekli öğrenebilen bir işletme yaratmanın yolu, yaşam boyu öğrenen insanlar ve öğrenen organizasyon geliştirmekten geçer ki bu iş öyle göstermelik birkaç eğitim aldırmakla ve sertifikalarını duvara asmakla olmaz. Süreklilik gerektirir. Çünkü rekabet adeta küresel bir köye dönen dünyada çok acımasız bir bertaraf etme aracı haline gelmiştir. Öyle ki, firmaların teknoloji, ar-ge, ve modern pazarlama yöntemlerine yaptıkları yatırımlar çok kısa zamanda diğer firmalar tarafından kolayca taklit edilebilmektedir. Talit edilemeyense kurumsal hafızada yer alan kurumsal kültür anlayışıdır. Bu anlayışla, öğrenen organizasyonlar, bilgiyi paylaşma, eleştirel düşünceyi teşvik etme, değişime hızla uyum sağlama ve sürekli olarak kendilerini geliştirme konularına odaklanarak, dinamik bir öğrenme kültürü oluştururlar. Bu sayede, çalışanlar sadece mevcut görevleri için değil, aynı zamanda organizasyonun gelecekteki ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde sürekli olarak yeteneklerini artırırlar.
İlginçtir ki; örgütsel öğrenme, deneyimlerden, hatalardan, gerektiğinde risk alarak öğrenme felsefesine sahiptir. Hemen bu aşamada küresel bir marka olan 3M firmasının post-it olarak bildiğimiz ürününün yanlışlıkla icadı geliyor aklıma.
3M firması, kimyagerlerinden dünyanın en güçlü yapıştırıcısını bulmalarını isterler. Fakat işler hiç de beklendiği gibi gitmez ve kimyagerlerin bulduğu yapışkan, firma yöneticilerini hayrete düşürür. Bırakın dünyanın en sağlam yapıştırıcısı olmasını bir bebeğin dahi iki parmağıyla kolayca sökebileceği bir yapıştırıcı bulurlar. Ortada büyük bir hata vardır. Ancak hata hayati değildir. Neyse lafı daha fazla uzatmayayım. 3M firması bu yapışkanı başka bir alanda kullanarak bugün hepimizin kullandığı post-it kağıtlarının arkasına uygulamışlardır. Hatadan doğan inovatif bir buluş sayesinde firma çok büyük bir kazanç sağlamıştır. Değişen ve gelişen bir dünyada sürekli başarı, sadece çevresinde meydana gelen değişiklikleri kabul edip, uygulamakla değil; yeni imkanlar yaratarak, geçmiş başarı ve başarısızlıkları değerlendirerek öğrenme yeteneğini geliştirmekle mümkündür. Kriz bazen de yeni bir fırsattır aslında.
3M gibi çok uzun süre adından söz ettiren çok uluslu global firmalarda örgütsel öğrenme yaygındır ve kurum kültürü yerleşiktir. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz mantığıyla çalışırlar ki bu nedenle amaç, bütünüyle öğrenmeyi yapı, süreçler, prosedürler, disiplinler ve stratejileri kullanarak maksimize eden ve sürekli gelişen ‘proaktif’ bir organizasyona dönüştürmektir. Bireyin öğrenmesi, grupların öğrenmesini, grupların öğrenmesi de örgütün öğrenmesini sağlayacaktır. Bireysel öğrenmeden örgütsel öğrenmeye geçiş için öncelikli olarak organizasyonlarımızın içinde çok yönlü ve sağlam bir iletişim ağının kurulması gerekir. İletişimle sağlanan bilgi akışının herkes tarafından anlaşılır hâle gelmesi yani şeffaf olması, bilginin açık bilgi hâline dönüşmesi lazımdır. Unutmamak gerekir ki bilgiyi kendine saklayan çalışan tehlikelidir ve dikkat edilmesi gerekir.