Ne güzel bir başlık öyle değil mi?
Kalbimiz öyle güçlü bir organ ki, dünyayı değiştirebilecek, en azından kendi dünyamızı değiştirebilecek büyük bir güce sahip. Kalp, onu beyne, vücudun geri kalanına ve hatta ötesine bağlayan titreşimsel yapılara sahip harika bir organ. Hani hepimiz, elimize sihirli bir değnek verilse ilk iş olarak şu koca dünyayı değiştirmek isteriz ya, işte ihtiyacımız olan sihirli değnek aslında kendi içimizde. Kalbimiz o kadar kıymetli ki, zırha benzetilen göğüs kafesi ile adeta muhafaza altına alınmış biçimde korunmakta.
Peki, neden mi anlatıyorum bütün bunları? Kalbimizi diğer organlarımızdan hatta beynimizden dahi daha önemli kılan özelliği nedir? Kalp matematiği enstitüsünü hiç duydunuz mu? İnanın bundan sonra yazacaklarım için ben de heyecanlanıyorum. O halde okumaya devam edin lütfen.
Son soruyu cevaplayarak başlamak istiyorum. ABD’nin California eyaletinde kalbe dayalı yaşamı geliştirmek için bir Kalp Matematiği Enstitüsü kurulmuş. Kurulmuş olan bu Kalp Matematiği Enstitüsü, 30 yılı aşan bir süredir kalbin çalışma sistematiğini inceliyor. Bu enstitünün misyonu kalbe dayalı yaşamı geliştirmek, insanların stres düzeylerini azaltıp kalp ve beyin ilişkisinin COHERENCE yani uyum, ahenk, eş fazlı dedikleri durumda kalabilmelerini sağlamak.
Bir de Global Coherence adını verdikleri bir yeryüzü manyetik alanı ile insan kalbi ve beyin manyetik dalgaları arasındaki ilişkiyi gözlemleyen bir sistem kurmuşlar. Coherence durumunda, kalp ve beyin dalgaları arasındaki ilişki uyumlu oluyor ve ölçülebiliyor. 0.10 hertz olduğunda coherence yani uyum gerçekleşiyor. Ve bu dalga boyuna gelebilmek ise ancak bir başkası için şefkat, çare, takdir, affetme ve şükran duyguları hissettiğinizde oluyor. Bu durumda olmak ise sizin bağışıklık sisteminizin güçlenmesine, hastalıklarınız varsa iyileşmesine yardımcı oluyor, stres hormanları düzeyi düşüyor.
Aynı zamanda yeryüzü manyetik alanı ile de uyum içerisinde oluyorsunuz. Hatta coherenc durumunda olup olmadığınızı ölçmek için bir alet bile geliştirmişler. Aletin adı da EM Wave. Artık bazı bilim adamları bu aleti boyunlarına takıp dolaşıyor. Eğer uyum durumunda değilseniz alette kırmızı ışık yanıyor. Kalp ve beyin arsındaki iletişim uyumlu ise yani takdir, şükran ve sevgi duyguları içerisindeyseniz ve en önemlisi yalan söylemiyorsanız alet yeşil yanıyor. Tabii kırmızı görünce hemen toparlanıp, bir dakika ben NE düşünüyorum, hissediyorum da kırmızı yanıyor diye kendinizi yoklamanız gerekiyor. Ve hemen zorla da olsa kendinizi daha olumlu duygular hissetmeye yönlendiriyorsunuz. Sizdeki yeşil ışıktan hem sağlığınız, hem de dünya manyetik alanı olumlu etkileniyor. Bir süre sonra kendinizi iyice eğitip muhtemelen artık çoğunlukla yeşil ışıkta kalmayı başarıyorsunuz.
Kısacası bu enstitü artık analitik zihinlerimizden uzaklaşıp daha çok kalp boyutunda yaşamayı öğrenmeye dair sürekli kalp zekâsı ve kalpten evrene yayılan dalgalarla ilgili çeşitli bilimsel araştırmalar yapıyorlar. Yanlış okumadınız kalp zekâsı ile ilgili araştırmalar yapıyorlar. Çünkü bilim artık kalbimizde de aynı beynimizde olduğu gibi nöronların varlığını ispatladı. Bizlere yıllarca okullarda kalbin, beyin tarafından nöral sinyaller olarak gönderilen komutlara sürekli olarak cevap verdiği öğretildi. Ancak işin aslı kalbin beyine daha fazla sinyal yolladığıdır ve bu bilgi çok kişi tarafından bilinmemektedir. Bir başka bilgi ise nöronların sadece beynimizde değil aynı zamanda kalbimizde de yer aldığıdır. Hatta bunu ilginç bir örnekle pekiştirelim. Kalp nakli gerçekleştiren kişilerin yeni kalpleri sonrası huy değiştirdikleri söylenir. Sebebi, önceki vücudunda kodlanmış nöronlarına sahip olan kalp, yeni bedenin eski beynine kafa tutmaya başlamıştır. Şaka bir yana ister kalp nakli olsun isterse kendi kalbiyle yaşasın fark etmeksizin kalp durmadan beyne sinyal gönderir ve beynin işleyişi üzerinde çok önemli etkisi olur. Bunlara duygusal süreç ile ilgi, algılama, hafıza ve problem çözme gibi yüksek bilişsel süreçler de dâhildir. Diğer bir deyişle, bize öğretildiği gibi kalp sadece beyine cevap vermekle kalmaz aynı zamanda beyin de sürekli olarak kalbe cevap verir.
Araştırıcılar DNA molekülünde, insan arzusu, niyeti ve duygularının belirgin değişimler yaptığını ortaya koymuşlardır. Son 10 yılda yayınlanan makalelerde değişik koşullar altında kalp fonksiyonlarının DNA'yı etkilediğini tespit etmişler. Özetlemek gerekirse kalbin vücuttan birkaç metre uzaklıkta tespit edilebilen güçlü bir elektromanyetik alan oluşturduğunu ve bunun doğrudan sezgisel alıcılıkla ilgili olduğunu göstermiştir. Ve daha önemlisi, kendi kalbimizde olup bitenler etrafımızdakileri etkilediği gibi aynı zamanda onlar tarafından üretilen ve bizim de “uyumlandığımız” enerjinin türünü de belirler.
İşte yıllardır Kalp Matematiği Enstitüsü’ndeki bilim insanları bu bilimsel araştırmanın alanını genişleterek kalp aktivitesinin beynin işlevselliğini geniş ölçüde nasıl etkilediğini araştırmaya devam ediyorlar.
Ve ortaya çıkan gerçekler okuduğunuz gibi oldukça şaşırtıcı. Çünkü bilim adamlarının sonuçlarına göre, kalbin manyetik alanının beynin manyetik alanından beş bin kez daha kuvvetli olduğunu ortaya koymuştur.
Şöyle ki, kalbimiz, inanç ve duygularımızı elektromanyetik titreşimlere ve dalgalara dönüştüren bir tür aracı olarak hizmet etmektedir. Ve bu elektromanyetik dalgalar vücudumuzla sınırlı kalmaz, bütün çevremize uzanır, bizi kuşatan her şeyle iletişim kurar. Kalbimiz, bütün inançlarımızı, geleceğe yönelik düşlerimizi ve duygularımızı başka bir dile, titreşimlerin ve dalgaların kodlanmış diline çevirir ve bunları evrene gönderir. Hayallerimiz, duygularımız, inançlarımız kalbimizin yaydığı elektromanyetik dalgalar sayesinde fiziksel dünyayla durmadan etkileşim içindedir. Hepsi bu kadar da değil! Bilim adamları araştırmalarında kalbimizden yayılan bu elektromanyetik alanın sadece duygularımız tarafından oluşturulmadığını ve gücünü diğer önemli bir kaynaktan, kanaatlerimizden; yani derin bir inançla bağlandığımız hayatımıza ve bu doğrultuda yön verdiğimiz düşüncelerimizden aldığını buldular. Bütün duygu ve düşüncelerimiz kalbimizin enerjisinde bilgi olarak bulunmakta ve vücudumuzdan yayılan en kuvvetli sinyal olarak sadece beynimize ve organlarımıza değil, aynı zamanda dünyanın derinliklerine doğru taşınmaktadır. Tüm bu anlatılanlar, sahip olduğumuz inançların evrene yollandığı ve Rezonans Kanununun esaslarına göre evrende kendileriyle aynı titreşimdeki enerjileri aradığı anlamına gelir. Kısacası, bizim enerjimizle rezone olan her şey hayatımızda tahakkuk edecektir. Yani, inandığımız her şey yaşamımızda gerçekleşecektir. Dolayısıyla ne düşündüğümüze, neye inandığımıza ve neyi istediğimize çok dikkat etmemiz gerekir. Kalbin alanının gücü, fiziksel, zihinsel ve duygusal enerjilerin tümünün aynı doğrultuda olmasıyla, yani bir tutarlılık içinde olduğunda, artar. Bir de kalp gözüyle görmeyi bilmek gerekir. Bizler akıl ile bilgiyi alır ve sentezleriz bu kısım çok önemlidir. Âmâ yeterli değildir. Gönlümüzle de bu bilgileri alıp sentezleyip kabul etmemiz, bilgiye bir de gönül gözünden bakmamız gerekir. Kalbin bilgeliğinde pekiştirilen bilgi bedenle bütünleşir bunun adına da demlenme denir. Demlenen bilginin özü ile kişi dışarıdan değil artık içeriden beslenir.
Ünlü ozanımız Neşet Ertaş’ın dizelerinde yer alan
Kalpten kalbe bir yol vardır
Gözünen görünmez sırdır
İkimizin kalbi birdir
Sen benimsin ben seninim
Senin kalbin benim Kalbim
Sana malumdur benim halım
Anadolu topraklarının bilgeliğini dizelerine döken Üstadın dediği de işte tam da budur. Bundan sonra ne yazsam yavan olur. Gönül gözüyle görmeyi bilmeyenin hali hal, değil yalan olur.