İLETİŞİM

30 okunma Ağustos 2024

Teknolojinin sağladığı yenilikler sayesinde, iletişim kurmanın bu kadar kolay olduğu bir çağda, insanların neden hala iletişemediklerini düşünüyorum son zamanlarda.

Yanlış okumadınız iletişememekten bahsediyorum. İletişmekten ziyade (affınıza sığınarak yazıyorum)tepiştiklerini gördüğüm ve müthiş derecede üzüldüğüm bu dönemde, insanların konuşa konuşa atasözünün anlamından, çok uzaklaştığını görmekteyim.

İletişmek kelimesi, çok sevdiğim ve yazılarımda sık sık kullandığım kelimeler arasında. Türk Dil Kurumu bu kelimeyi haberleşmek olarak tanımlıyor. Bense, birbirinin varlığından haberdar olarak, isteyerek ya da istemeyerek birbiri ile haberleşmeyi kabul etmek olarak tanımlıyorum. Kelimenin köküne inerek biraz daha araştırma yaptığımızda, iletişim kelimesinin, Latince’de bölüşmek anlamına gelen (communis) kelimesinden çıkarılmış bir terim olduğu bilgisine ulaşıyorum. Günümüzde batı dillerindeki “communication” sözcüğünün karşılığı olan iletişim kavramının, girmediği alan ve saha hemen hemen kalmadığı gibi, günlük yaşantımızın da vazgeçilmez bir parçası olmuştur.  O halde bir duyguyu veya düşünceyi, bilgiyi ya da haberi paylaşmak, aktarmak hatta bölüşmekse kelimenin kökeni, biz insanoğlu bu dünyanın en zeki, en akıllı varlıkları olarak neyi bölüşemiyoruz? Neden, daima çatışma içindeyiz? Anlamak mümkün değil!

Trafikte iletişimin kuralları varken ve öğretilirken, toplumsal düzen kurallarının yazılı ve yazısız kuralları belliyken, okullarda eğitimin temelinde bilgiyi bölüşmek yani aktarmak ve öğrenmek varken, iletişimi içinden çıkılmaz sokaklara yönlendirerek, tıkanmasına sebep olan kök nedenleri düşünmeden edemiyorum. Yeşil ışık henüz yanmışken arkanızdaki arabanın size küfredercesine korna çalması veya önünüzdeki arabanın sinyal vermeden ani dönüş yapması yanlış haberleşmeye ya da iletişememeye doğru örnek değil de nedir?

  Buna benzer örnekler çoğaltılabilir. Peki, neden iletişim kuramıyoruz ya da iletişim kurarken birbirimize karşı bu kadar kabayız? Aslında, iletişim doğru gerçekleştirildiğinde yaşamı oldukça kolaylaştırmaktır. Aksi durumda, bireyleri konuşma ve tartışma becerisine sahip olmayan bir toplumda kısa sürede sorunların çözümü yerine, sürtüşme ve tartışma ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle demokratik toplumlarda bireylerin, diğer kişilerin fikirlerine karşı hoşgörülü olması geleneği yerleşmiştir ve oldukça güzeldir.

İşin özü doğru iletişmekte yani sağlıklı iletişim kurabilmekte. Bence biz iletişim kavramını doğru idrak edemiyoruz.

O halde gelin, her gün sıradan bir faaliyet gibi gerçekleştirdiğimiz iletişim kavramını biraz daha yakından inceleyelim öyleyse. İletişim, insanın var olmasıyla ortaya çıkan bir gereksinimdir. İlkel insanlar mağara duvarına çizdikleri resimlerle, ateş yakarak çıkardıkları dumanlarla iletişim gereksinimlerini karşılamışlardır. Öyle ki, o dönemlerde doğaya bıraktıkları bir takım izlerle dahi bizleri kendilerinden haberdar etmişlerdir. Kısacası, iletişim insanın ve toplumun varoluşunun zorunlu koşuludur. İletişim olmaksızın insanın kendi ve toplumsal varlığını sürdürmesi olanaksızdır.

Doğada yer alan bütün canlılar dünyaya geldikleri andan itibaren kendi türlerinde ve diğer türlerdeki canlılarla sürekli bir temas ve ilişki içeresinde yer alırlar. Bu canlılar içeresinde en değerli olan ise şüphesiz insandır. İnsan doğumundan itibaren çevresiyle sürekli bir etkileşim ve ilişki içeresindedir. Bu kavram sadece günümüz insanı için değil, ilk insandan günümüze kadar süregelmektedir. Kısacası, gelişiminin her aşamasında, insanın diğer insanlar ve doğayla teması söz konusudur. Temas sağlamak amacıyla ise ilk insandan günümüze çeşitli iletişim kanalları kullanılmıştır. Bunun ana nedeni ise ihtiyaçların ortaya çıkmasıdır. İhtiyaçlarını bu iletişim kanallarıyla karşısındakine anlatmaya çalışan insanoğlu bu alamda çeşitli sesler çıkartmış ve kullandığımız dillerin doğmasına vesile olmuştur. Bu nedenle iletişim kanalları sözüyle ilk akla gelen unsur diller kavramıdır. İnsan iletişim sayesinde kendini anlatır, diğerlerini anlar, öğrenir, öğretir, bilgi alır ve verir. Bütün bu olaylar bir süreç dâhilinde gerçekleşmektedir. İnsanlık tarihi kadar eski bir tarihi olan iletişim kavramının sesli ve yazılı kaynakların kullanımı bakımından ikiye ayrılabilir. Sesli kaynaklar bakımından atılan en büyük adım dillerin ortaya çıkması iken, yazılı kaynaklar açısından da atılan ilk büyük adım matbaanın bulunması olmuştur. Anlaşılan o ki, insan toplumlarında iletişim, toplumsal var oluşun ve gelişmenin vazgeçilmez bir ögesidir ve örgütlenme düzeyi ve biçimi ne olursa olsun, her tarihsel toplum kendi gelişmişlik düzeyine uygun bir iletişim sistemi oturtmuş ve bunu süreçlere yansıtmıştır. İletişim süreci içinde bir bütün olarak var olan insan aynı zamanda ona katılan kişilerin toplumsal, kültürel koşullarının yanı sıra kişilik özelliklerini de yansıtır. Yani iletişim, algılama, duygu, dürtü, eğilim, öğrenme gibi insanın davranışını belirleyen unsurlardan yani toplumsal kültürden ayrı düşünülemez. Bu nedenle iletişim belli bir başlangıcı ve sonu bulunmayan, dinamik ve çeşitli unsurlarla etkileşim içinde bulunan karmaşık bir dizi süreçlerin bileşkesi ve bütünü olarak ortaya çıkmaktadır.

Bildiğiniz üzere,1970’lerdeki petrol krizi ardından 1980’lerin başından günümüze kadar olan zaman dilimi bilgi çağı olarak isimlendirilmektedir. Gerçekten de bilginin önemi her geçen gün artmakta ve bilgiye ulaşım imkânları kolaylaşmaktadır.

Matbaa ile birlikte, basım teknolojisinin gelişimi yazılı basının yani gazetelerin ulusal ve uluslararası alanda önem kazanmasına yol açmıştır. Maalesef ki, ilk yıllarda basım işleri Avrupa ülkelerinin tekelinde kalmış, daha sonra hızla diğer dünya ülkelerine yayılmıştır. Ardından telgrafın ve mors alfabesinin bulunmasıyla birlikte mesafeler daha da kısalmıştır. Böylelikle bir yerden bir yere haber göndermek yani haberleşmek daha hızlı ve kolay olmuştur.

20. yüzyıla gelindiğinde ise bilgisayar teknolojisi yaşamımızın bir parçası olmaya başlamıştır. Gelişen bilgisayar teknolojisiyle birlikte internetin yaşamımıza girmesi yepyeni bir iletişim çağını açmıştır. Bu teknoloji sayesinde dünyanın bir ucunda yaşanan olaylara anında ulaşmanın yanı sıra o olaylara eşzamanlı biçimde katılmak da olanaklı hâle gelmiştir.

İnsanlık tarihi kadar eski bir geçmişi olan iletişim kavramının, bu sebeple insan var olduğu sürece yani sonsuza kadar yaşayacağı gerçeği ortada olduğundan, iletişim dinamik bir yapıya sahiptir. Ancak şu gerçeği de göz ardı etmemek gerekir ki, elektronik iletişim aygıtlarının gelişimi, tek başına yeterli olmayıp, bu çağa ait insan profilinin de değişen ve gelişen çağa ayak uydurarak nitelik bakımından değişmesi ve gelişmesi gereklidir. Bu da şüphesiz eğitim imkânlarının artması ile mümkündür. Unutulmamalıdır ki, İnsanlardan denemediği, yaşamadığı veya yeterli bilgiye sahip olmadığı bir konu ya da olaya ilişkin doğru ve sağlıklı bir iletişimde bulunmalarını bekleyemeyiz. Çünkü insanlar ancak bildikleri konularda başkalarıyla sağlıklı bir iletişimde bulunabilirler. Bilmediğimiz ya da eksik bildiğimiz, doğruluğundan emin olmadığımız, dolayısıyla ne anlatacağımızı tam olarak bilmediğimiz bir konuyu doğru bir şekilde nasıl ileteceğimizi de bilemeyiz. Bunun da tek yolu ömür boyu eğitimden geçer.