Başarılı İnsanlar Neden Kendilerinin Başarıyı Hak Etmediklerine İnanırlar?

30 okunma Haziran 2025

İlginç bir başlık öyle değil mi?

Bu başlıkla dikkatinizi çekebildiysem ve hala sayfayı çevirmediyseniz, lütfen okumaya devam edin.

Geçtiğimiz gün sosyal medyada şöyle bir yazı ile karşılaştım.

Japonların işe bakış açıları: Biri yapabiliyorsa, ben de yaparım.

Türklerin işe bakış açıları ise; Ben yapabiliyorsam, herkes yapar.

Okur okumaz insanın aklına şöyle bir yorum geliyor. İlk cümlede azim var, çaba var, hatta kendine inanmak var. İkinci cümlede ise kendini yerme var, değersizleştirme var, sıradanlaştırma var.

Yazıyı yazan kişi, hangi maksatla bunu böyle yazmıştı bilmiyorum ama benim bakış açım farklıydı. Japonlar çalışkandır, Türkler tembeldir değildi bu cümleden çıkan sonuç. Bilakis, başarının tevazu ile alçakgönüllülüğe dönüştüğü hatta bunun altında ezilmenin bir sonucu olarak ortaya çıkan ve refleks ile kurulmuş bir cümlenin, tam karşılığı olan duygu-düşünce halini anlatmaktaydı.

Şöyle düşünelim. Elinizdeki bu dergi, çok uzun yıllar, iş dünyasına hitap eden, sektörleri birbirinden haberdar eden, paydaşları buluşturan ve Hatay’ın ekonomi anlamında nabzını tutan belki de şehrin ekonomisine yön veren ve almanak niteliği taşıdığı söylenecek yaşta olan, eşsiz bir dergi. Ve siz değerli iş insanları, her ay bu dergiyi, büyük bir merakla alıp inceliyor ve kendinize rehber ediniyorsunuz. Bölgenizdeki üretim ve hizmet faaliyetlerinden haberdar oluyorsunuz. Bu dergi vesilesi ile kapağa konuk olmuş, başarıları yazmaya ve okunmaya değer, iş insanları ile tanışıyor ya da tanıştırılıyorsunuz. Onların mücadele ile geçen, gayret ve çaba dolu hayatlarını okurken hem gururlanıyorsunuz hem de yaşadıkları coğrafyaya sahip çıkan bu değerli insanların adeta ‘ben başardım siz de başarabilirsiniz’ mesajı veren hayatları, belki de size ilham oluyor. Kim bilir?

Öte yandan, bu niteliğe sahip, başarıları ile Hatay’a katma değer sağlayan,  ismini haykırmaktan imtina eden, sayısız kahramanlar da var. Üstelik bu insanların şirket sahibi, üst düzey yöneticisi ya da patronu olmalarına da gerek yok. Varlıkları ile bulundukları yeri aydınlatmaları yeterli oluyor. İster adı- sanı bilinsin, ister bilinmesin, bu ülke topraklarında yaşayan, emekleri yoğun bu insanlar, yaptıkları işle böbürlenmeyen, içten içe mütevazı bir biçimde gururlananlardır. Ve bu insanlardan biri de elinizde tuttuğunuz derginin sahibi, genel yayın yönetmeni ya da yazarı değil bana göre en büyük emektarı, değerli abim Sayın Yaşar Diken’dir. Birlikte çalışmaktan ve tanımış olmaktan gurur duyduğum bu insan, derginin her yeni sayısına, doğan yeni bir çocuğuymuş gibi sahip çıkarken, Hatay’ın tanınmasına, bilinmesine maddi-manevi büyük destek olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Üstelik bu başarısını öyle orada burada durmadan anlatan, dergisini kendisine kalkan yapan biri de olmamıştır hiçbir zaman. Bilakis ne zaman bir araya gelsek daha ne kadar iyi olabilir ya da olabiliriz diyen yapıcı eleştirileri ile kendini meşgul eden düşüncelerinden bahseder bana. Anlayacağınız o, tam bir iflah olmaz mükemmeliyetçi. Ve onun bu özelliği bana ilham olurken, başarılı insanlar neden kendilerinin başarıyı hak etmediklerine ya da sürekli bu başarılarının konuşulmaması gerektiğine inanırlar diye düşünmeye başladım. Ve tahmin edeceğiniz üzere bu ay sizinle buluştuğum yazının konusu geldi aklıma.

Son dönemlerde giderek popülerleşmeye başlayan “Impostor Fenomeni”  ya da diğer bir yaygın kullanımı ile “Impostor Sendromu” denilen bir kavram var.

Çok başarılı olduğu halde, kendini ya da yaptığı işi hala yetersiz gibi gören kişileri tanımlarken kullanılan, psikolojik hal durumu olan bir tanım. Bilenleriniz vardır ama bu tanıma yabancı iseniz ama az da olsa dikkatinizi çekebildiysem ve hala sayfayı çevirmediyseniz, bu kadın ne anlatmaya çalışıyor diye düşünüp durmayın, lütfen okumaya devam edin.

Hani bazen iş yaşantımızda veya eğitim hayatımızda kendimizi yetersiz hissettiğimiz durumlar olur ve elde ettiğimiz başarıların şans eseri olduğu düşüncesine kapılarak, kendimizden şüphe ederiz ya. Hatta bu da yetmezmiş gibi bu şüphe ile birlikte kendimizi sorgulamaya ve içerisinde bulunduğumuz konumu hak etmediğimizi düşünmeye başlarız ya, işte aklıma gelen anlatmaya çalıştığım, tam da böyle bir kısır döngü içinde, devinip duran duygu düşünce karmaşıklığı. Yani impostor sendromu.

Şimdi, bu sendromun kavramsal açıklamasını yapmadan önce aşağıda yazacağım soruları dürüstlükle, yalnızca kendiniz için cevaplamanızı rica ediyorum.

Başlıyoruz…

Yaptığın işte yeterince iyi misin? Sen değil de bir başkası olsaydı yerinde daha mı iyi yapardı?

Belki de sen de daha iyisini yapardın ama sosyal ve ekonomik koşullar seni sınırlandırdı, öyle değil mi?

Başkasının hak ettiği bir yeri işgal ettiğini düşünüyor musun?

Başarıların ve uzmanlığın bir tesadüf olabilir mi? Senin mezun olduğun okuldan üstelik senden daha iyi bir derece ile mezun olmuş ve bu makam ya da pozisyonu gerçekte onların hak ettiğini düşünüyor musun? Oturduğun koltuk bazen sana fazla ya da yabancı geliyor mu?

Başarılıymış gibi görünerek insanları kandırdığını düşünüyor musun? Senden daha başarılı olan insanların varlığından haberdar iken daha da başarılı olmak için, içinde durmadan çalış diyen bir iç sesin var mı?

Bu ve buna benzer sorular kafanın içinde hiç susmazken, başarılı olduğunda kendinden şüphe ediyor veya suçluluk hissediyor musun?

Herkes bir gün her şeyi anlayacak, yeterince iyi olmadığın fark edilecek, senden daha iyi olanlar yerine geçecek ve masken yere düşecek hatta artık sahtekâr olduğunu herkes bilecek gibi senaryolar aklına geliyor mu?

Bu ve buna benzer sorularımız daha uzayıp gider ama sanırım şimdilik bu kadarı yeterli olacak.

Narsizme yatkın bir kişiliğin yoksa ve yukarıdaki sorulara senin de yanıtın genelde evet ise sen de kariyer, eğitim hatta özel hayatında İmposter Sendromu yaşıyor olabilirsin. Âmâ korkma yalnız değilsin çünkü araştırmalara göre insanların %70’i bu gibi düşüncelerle sık sık meşgul oluyor.

İçinizi rahatlatmak adına söylemek isterim ki, başarılı insanlar başta olmak üzere, geniş bir yelpazede, insanları bu kadar etkileyen bu sendrom hakkında ilk bilinmesi gereken şey, bu durumun patolojik bir hastalık olmadığı.

Impostor Sendromuna sahip bireyler, genellikle başarılı ancak başarılarını içselleştiremeyen; başarısının kendi yetenek ve çabasından ziyade tesadüfen ve şans eseri olduğuna inanan ve tesadüfe dayalı kariyerinin, bir gün fark edileceği endişesi ile sürekli şüphe ve kaygı içerisinde yaşayan ve durmadan çalışan mücadeleci insanlardır. Bu kişilerin başarılarını içselleştirememesi, başarılarına dair doğrulanabilir nesnel kanıtlara rağmen, kendinden şüphe etme, kaygı, anksiyete, depresyon vs gibi olumsuz durumlar ve psikolojik sorunların ortaya çıkardığı fizyolojik rahatsızlıklar da söz konusudur. Bu noktada aklıma Montaigne 'in sözü geldi. Şöyle ki "insanlar başaklara benzer, içleri boşken başları havadadır, doldukça eğilirler “der.

İşte yukarıdaki soruların çoğunu evet olarak cevaplayan siz sevgili, içi dolu başak dostlarım; mükemmel olma motivasyonu ile aynı anda en iyi evlat olma hedefi ile başlayan ve en iyi öğrenci, arkadaş, eş, ebeveyn, çalışan, yönetici, doktor ve işveren gibi farklı rollerin gerekliliklerini başarıyla yerine getirip getiremediklerini sürekli sorgulayanlar, burayı iyi okuyun. Tüm bu rolleri kolaylıkla dengeleyebilmeye çalıştığınızı biliyorum. Çünkü itiraf etmem gerekirse, İmpostor testinde benim de skorum oldukça yüksek.

  Bunun üzerine küçük bir araştırma yaptım ve benim gibi skoru yüksek olanların ismini görünce bir nebze de olsa rahatladım. Örneğin görelilik teorisi ve kuantum mekaniğine katkılarıyla tüm zamanların en büyük fizikçilerinden biri olarak görülen Albert Einstein’ın ölümünden kısa bir süre önce, arkadaşlarına "Çalışmalarıma gösterilen abartılı saygı beni çok rahatsız ediyor. Kendimi, istemeden sahtekârlık yapan biri gibi hissediyorum." dediği biliniyor. Bu sendromu yaşayan kişiler arasında pek çok kez Oscar Ödülü alan ve yetmişten fazla filmde rol almış oyuncu Tom Hanks ile yirmi üç kez Grand Slam şampiyonluğu elde eden tenisçi Serena Williams gibi farklı alanlarda başarılar kazanmış ünlüler de bulunuyor. Kısacası bazı insanların yüksek düzeyde başarı elde etmelerine rağmen neden bundan memnuniyet duymadıkları ve başarılarını içselleştiremedikleri meselesi oldukça karmaşık ve açıklaması zor bir durum.

İşin tuhaf bir özelliği, en iyi olma ihtiyacı olarak da tarif edilebilen bu kategori, çoğunlukla ulaşılamaz hedeflerin, impostor sendromuna sahip kişiler tarafından, karşılarındaki kişilere de empoze edilmesi ile ortaya çıkıyor. Sonrasında da aşırı mükemmeliyetçi ve rekabetçi davranışların sürekliliği olarak devam ediyor. Kısacası ailedeki ya da sosyal-ekonomik çevredeki başka bir impostor’ın bize empoze ettiği bir durumu içselleştirme hali olarak da yorumlayabiliriz. Annenin ya da babanın çocuğuna, potansiyelinin çok üstünde koyduğu hedefler ve çocuk ne kadar başarılı olursa olsun, ondan memnun olmama durumu gibi. Ya da iş yerinde ne kadar başarılı olursanız olun karşılığında gördüğünüz yetersizlik ve değersizlik hissi gibi. Mesela kadın ödül alır, ödülü başarısından dolayı değil de öyle denk geldiği için aldığını ya da kadınlar için bir ödül kotası vardır, başvuran başka kadın da yoktur, ödülü de o yüzden sana verdiler diye düşünürler ya da düşündürtürler. Başka bir örnek vermek gerekirse, bir iş başvurusunda istenilen 10 özellik ya da yeteneğin 2’sine, bilemediniz 3’üne sahip bir erkek, büyük bir özgüvenle hem de hiç çekinmeden başvuruda bulunurken, yarısından fazlasına sahip kadınlar daima bu başvurulardan imtina ederler. Bu ve buna benzer örnekler uzar gider.

Bundan nasıl kurtulunur? Ben de bilmiyorum!

Ve ne yazık ki, yapılan araştırmalar bu fenomenin erkeklerden ziyade kadınlarda daha sık görüldüğünü ortaya çıkarmış. Bu nedenle ben buna ‘Süper Kadın’ sendromu ismini veriyorum. Çünkü gözlemlerime göre bu kadınlar sorumluluklarında olan görevleri, kapasitelerin çok üstünde görür ve aşırı hazırlık yapma ya da çalışma gereksinimi hissederler. Misal, ben deniz, 25 yıllık iş hayatımın yanında, 20 yıllık mutlu evliliğimin içinde, sağlıkla huzurla büyüttüğüm iki çocuğumdan arta kalan zamanlarda yazdığım, kültür bakanlığı onaylı basılmış, dağıtılmış iki kitabım varken ve 2006 yılından bu güne her ay düzenli olarak bu dergide yazdığım toplamda 220 köşe yazısı ile karşınıza çıkıyorken hala şu soruları soruyorum kendime. Bütün bunlar beni başarılı bir insan ya da yazar yapar mı? Ben yazıyorsam herkes yazar, benim ne haddime köşe yazarlığı, kitap yazarlığı? Diye düşünüyor ve hala kendime yazar demekte zorlanıyorsam. İş, eş, anne, evlat, evhanımı, iş insanı ve yazar olmak gibi farklı görev, statü ve sorumluluklarımı en iyi şekilde yapacağım kaygısıyla zaman zaman fibromiyalji oluyorsam… Demiştim ya imposter skorum çok yüksek diye. İşte bütün bunlar adeta beni her defasında kamçılıyor ve sırtıma yediğim her kamçı adeta hayatımda iz bırakırcasına kalemime yön veriyor. Ve Nietzsche'nin “Beni öldürmeyen şey güçlendirir” sözünün hatırlattığı acı gerçeklerle yüzleştiğim her an, tecrübelerimden edindiğim güçle, yeniden yazma cesaretini buluyorum kendimde. Bu vesileyle uykusuz gecelerimin meyvesi olan üçüncü kitabımın da yazımını tamamlayarak, heyecanla basılmasını beklediğim müjdesini de buradan sizinle paylaşmak istiyorum. Buraya kadar sabırla okuduğunuz için teşekkür eder, gelecek ay buluşmak dileğiyle, sevgi, saygı ve selamlarımı sunarım.