‘’17 yaşındaydım, Akşam Ticaret Meslek Lisesi öğrencisiydim, İş arıyordum. 1970’li yıllarda Bursa’da sanayi ve ticaretin nabzı Ulu Cadde de atıyordu. Vitrinlere bakarak bu caddede yürürken bir ilan gördüm: Montör aranıyordu. Montör yani montajcı. Demek ki, bir şeyler montajlayacaktık. İşe alındım ama neyin montajını yapacağımı bilmiyordum. Raf montajı olduğunu öğrendim; yurtdışından ithal gelen raf parçalarını birleştirip dükkân rafı üretiyorduk. Bu işyerinde 4 yıl çalıştım ve işi detaylarıyla öğrendim. Bir gün kendi dükkânımı açma hayalim vardı; büyük fabrikalara montaj yapmaya gittiğimde sanayiyi anlamaya çalışıyordum. İlerde kendi fabrikam olunca bu gördüklerimi uygulamanın hayalini kurardım. Bu fikrimi babama açtığımda, bir memur olarak şiddetle karşı çıktı: ‘kapıma haciz memurlarını getirme, benim ismimi de hiçbir yerde kullanma!’ dedi.
İlk Demirbaşımı nasıl aldım?
4 yıl boyunca çalışıp bankada biriktirdiğim 4-5 Bin TL param vardı. Bu parayla kendi dükkânımı açmaya karar verdim. Öncelikle bir matkap ve bir el makasına ihtiyacım vardı. Demir kesme makası almaya gittiğimde cebimde 4500 TL vardı ve makasın fiyatı da tam 4500 TL idi. Satıcıdan iskonto yapmasını istedim çünkü makası 10 km ötedeki işyerime götürmek için taksiye binmem lazımdı. ‘Biz seninle böyle konuşmadık, onu taşımak senin sorunun dedi ve iskonto yapmayı reddetti. Ya o makası orada bırakacak ya da 10 km boyunca sırtımda taşıyacaktım. O makas bana mücadelenin ve zorlukları aşmanın yolunu gösterdi. 10 km boyunca taşıdım ve Gökçelik‘in ilk demirbaşı, ilk makinası oldu. O makas büyüdü, elle kıvrılır abkant (bükme makinası) oldu. Büyüdü elektrikli abkant oldu, büyüdü elektronik abkant oldu. Büyüdü; robotla üretim yapan, hiç insanın çalışmadığı devasa bir fabrikaya dönüştü. Ve sonunda, 70 ülkeye ihracat yapan bir marka haline getirdi bizi’’.
Gökçelik tesisleri nerede?
Bu makas hikâyesini bir youtube videosunda izlediğim an Gökçelik Şirketler Grubu’nun kurucu patronu Yalçın Bey’le tanışmaya karar verdim. Yalçın Bey, bizim fabrikanın içinde bulunduğu Bursa Nilüfer Organize Sanayi Bölgesi’nin de (NOSAB) kurucusu. Bunu öğrenince kendisine olan saygım daha da arttı. Üstelik her gün kendi fabrikamıza giderken bir Gökçelik Fabrikası’nın önünden geçiyordum. 1 fabrikasının diyorum çünkü Gökçelik ’in sadece NOSAB’da 4 fabrikası var. NOSAB’ın kuruluş hikâyesini de önümüzdeki yazımda anlatacağım. Bataklıkta açan nilüfer çiçeği misali, çamur tarlalarından Türkiye’nin en modern OSB’sinin nasıl doğduğunun ibretlik öyküsünü mutlaka yazmalıyım. Ama şimdi dönelim Yalçın Bey’le tanışma hikâyeme. LinkedIn hesabımdan talep gönderdim Yalçın Bey’e; sağ olsun aynı gün kabul etti ve takipçileri arasına beni de ekledi.
Tecrübenin fiyatı var mı?
Burada paylaştığı yazılarını okudukça kendisine olan saygım hayranlığa dönüştü. Değerli tecrübe ve birikimlerini cömertçe paylaşıyor; kıymetli vaktini ayırıp kaleme alıyor ve tarihe not düşüyordu. Gelişmiş ülkelerde son derece yaygın olan bu paylaşımlar ne yazık ki bizim iş dünyamızda çok kısıtlı. Birçok şirket kurucusu; üşendiği için veya gizli kalması gerektiğine inandığı için, tecrübelerini yazıya dökmekten imtina ediyor. İşletme fakültelerimizde ders olarak okutulmaya değer bu yaşanmış hikâyeler, kurucu babaların aramızdan ayrılmasıyla ebediyete intikal ediyor. İnsanoğlunun iki hususta boş bir özgüveni var: yanındakinin başardığını kendisinin de kolayca yapacağını; ötekinin başına gelenin ise kendi başına gelmeyeceğini düşünüyor. Bu sebeplerle de tecrübeden ders almayı reddediyor. Yalçın Aras 'Perakende Düşünceler' adlı kıymetli kitabının kapağına '50 Yıllık Tecrübe' diye damga basmış. 50 yıllık eşsiz deneyimini adeta bedavaya sunmuş; bize faydalanmak düşüyor.
Neden randevu vermiyor?
Yüz yüze görüşmek için Gökçelik firma telefonundan sekreterini aradım ve randevu talep ettim. Sekreteri bu talebi ilettiğini ve en kısa sürede bana dönüleceğini söyledi. Birkaç hafta boyunca ısrarla aradım ama randevu alamadım. Sonunda taktik değiştirmeye karar verdim ve sekreterine, Yalçın Bey’e kitap imzalatmak istediğimi söyledim. Gerçekten de iki kitabını sipariş etmiştim. Yarım saat sonra sekreteri aradı ve merkez fabrikada benimle görüşeceğini müjdeledi. Bizim fabrikaya 500 metre mesafedeydi, kitaplarını alıp heyecanla oraya gittim. Yalçın Bey beni toplantı odasına aldı, büyük şirketlerde böyle bir usül var; makam odaları genellikle görüşme için kullanılmıyor. ‘Sizden randevu almak çok zor!’ diye hafif bir sitemle konuşmaya girdim. ‘’Ben kolay kolay kimseye randevu vermiyorum. Eğer o anda müsaitsem hemen gelsin diyorum. Zaten şirket merkezine de haftada 2 gün uğruyorum.’’ Diye yanıtladı. ‘’Kalan zamanımı da seyahat etmeye ve kitap yazmaya ayırıyorum.’’
Tespihi orijinal mı?
Yazılarından ve kitaplarından konu açılınca cebinden bir tespih çıkardı. Tespihin taneleri plastikten, imamesi sarı metalden, imamenin ucundaki metal plakanın bir yanında 1453 ibaresi ve diğer tarafında ise yaygın kullanılan bir Avrupa kraliyet arması vardı. ‘’Bu tespihi bana satan kişi, bunun hikâyesini de anlattı; Tespih tanelerinin yapıldığı ağaç Hindistan’daymış ve bu ağacın altında Hz Peygamber dua etmiş’’. Bu palavrayı duyunca satıcıya itiraz etmiş; ‘Hz. Muhammed Hindistan'a hiç gitmedi hatta Arabistan'ı bile terk etmedi’ deyince tespih satıcısı cevap vermiş ‘İstan-la biten bir ülkeydi ama hangi -istan olduğunu bilmiyorum; zaten önemi de yok. Madem bu hikâyeme inanmadın ben de sana başka hikâye uydururum’. Tespihin kendisi de, hikâyesi de orijinal değil, çakmaydı. Lakin sanırım Yalçın Bey de bu nedenle, ibret olsun diye bu tespihi elinde tutuyordu. ‘’İnsanımız okumayı değil dinlemeyi seviyor. Ama gerçekleri değil hurafe ve safsataları duymayı tercih ediyor.’’ diye hayıflandı.
İnsanımız hipnoz altında mı?
‘’Düşünmeyi sevmiyor çünkü düşünmekten korkuyor. Duydukları ve bildikleriyle yetinmeyi tercih ediyor, yeni fikirlerle rahatını bozmak ve alışkanlıklarını değiştirmek istemiyor. Türkiye'de anti-depresan kullanımı korkunç düzeyde; halkımız adeta hipnoz halinde’’. Burada söze girdim ve hastanecilik günlerimde öğrendiğim bir bilgiyi paylaştım. Çocukların 6 yaşına kadar özel bir bilinç durumunda kaldığını anlattım, bir nevi hipnoz haline. Beyinleri en çok teta dalgaları yayıyor ve buna literatürde teta hali (teta-state) adı veriliyor. Çocuklar 6-7 yaşına kadar doğal (doğuştan gelen) bir hipnoz durumunda yaşarlar. Bu nedenle; gerçeği hayalle karıştırabilir, hayallere kolayca inanırlar. Onlar için çubuktan bir tahta atı sürmek, gerçek bir ata binmekten farksızdır. Süper kahramanlara, uçabileceklerine ve kendilerine anlatılan birçok şeye inanırlar. Özellikle de bu anlatan; önemli sayılan, değer verilen ya da otorite kabul edilen bir ‘büyükse’ tereddütsüz güvenirler.
‘Raf’çılıkta IKEA modeli mi?
Yalçın Bey’le sohbetimiz Gökçelik üzerinden devam etti. ‘’Sektörümüzdeki uluslararası fuarları mutlaka takip ediyoruz. En son ABD’deki Las Vegas fuarına katılıp çok yararlı görüşmeler yaptık. Önemli kişilerle görüşme yapmak için 10-15 Bin USD ödemeniz gerekiyor ama bu parayı doğrudan kendilerine değil vakıflarına bağış olarak veriyorsunuz. Lakin size milyon dolar kazandıracak öneri ve stratejiler sunuyor, yeni satış kapıları açıyorlar. Fabrikalarımızda Endüstri 4.0 üretim modeli uyguluyoruz. Bazı dev müşteriler, Endüstri 4.0 sistemi yoksa sizi muhatap bile almıyor. Çünkü kendi siparişlerini online ve on-time olarak takip etmek istiyorlar. Gökçelik olarak insanların hayatını kolaylaştıracak ürünler tasarlıyoruz. ‘Raf iste’ diye bir şirket ve online sitesi kurduk. Burada hedef kitlemiz kadın müşteriler; yani ağır bir depo rafını bile çekiç kullanmadan, cıvata kullanmadan çok kısa sürede bir kadının bile fiziki güç kullanmadan kurabileceği şekilde tasarlıyoruz.
Gökçelik hangi devlerle çalışıyor?
İsmimiz rafçı olarak geçiyor ama biz aslında 48 yıldır depo sistemleri üretiyoruz. Üstelik bir deponun insansız şekilde kullanılabileceği bütün elektronik sistemleri de üretiyoruz. Bir el sepetinden market arabasına; bir elbise askısından, kazağın sergilendiği rafa kadar 10 bin civarında ürün çeşidi üretiyoruz. 1 m2’lik stanttan 100 Bin m2’lik AVM’ye kadar her ihtiyaca cevap verecek esnek bir üretim anlayışımız var. Dünya çapında iş yapan online ticaret şirketleri arasında müşterimiz var. El makasıyla başlayan imalathanemiz, bugün 100 bin ton çelik işleyecek kapasiteye ulaştı. Amazon’un Türkiye’deki ilk deposunu ve ardından yurtdışında 150 Bin m2 büyüklüğündeki bir başka deposunu biz kurduk ve geliştirdik. Bu bizim için inanılmaz bir başarıydı, ABD’nin en büyük market zinciri Wal-mart da bu sayede müşterimiz oldu. İngiltere’ye gittiğimiz zaman; Kraliyet Ailesi’nin 250 yıldır yılbaşı hediyelerini aldığı oyuncak mağazası müşterimiz oldu. Türkiye’de bulunan bütün zincir marketler de bizim müşterimiz.
Gökçelik battı mı?
Sanayicinin hayalleri ömründen uzundur. Hayal etmeden bir şeyi gerçekleştirmeniz mümkün değil. Çalışmak işin temel kuralı ama bilgi ile elde edilen tecrübe, işin temel sermayesidir. Bu sermaye, cepte gezen sermayedir. Makinenizi, fabrikanızı kaybedebilir hatta krizde batabilirsiniz; lakin bilgi ile elde edilen tecrübe daima cebinizdedir. Batmaktan, her iş insanı korkar; 8 yıllık taze bir şirketken bizim de başımıza bir talihsizlik geldi. Market zincirleri kuran büyük bir müşterimiz batınca bütün sermayemizi ona kaptırmış olduk. Sermayemizi tüketmekle kalmadı, eksiye bile gittik. 7 kardeşim, Annem, Babam; elimizde avucumuzda, üstümüzde başımızda para edecek ne varsa ortaya koyduk ve borçlarımızı son kuruşuna kadar ödedik. Temel hedefimiz; borçları ödeyip işi bırakmaktı yani onurumuzu kurtarıp dükkânı kapatmak. İşte o zaman piyasa itibarının banka kredisinden çok daha değerli olduğunu öğrendik. Bu zor dönemi atlattıktan sonra onurlu şekilde işimize döndük.
“Bence başarının tanımı para kazanmak değildir; onurlu bir yaşam sürmektir. ’’