Yıl 1324; Osmanlı daha devlet olmamış, Avrupa ortaçağ karanlığında, Asya’da Moğollar terör estiriyor. Batı Afrika’da kurulmuş olan Mali İmparatorluğu; dönemin en güçlü ekonomisi durumunda. Etrafına bolluk ve bereket saçan Nijer nehri ve Afrika’nın en zengin altın madenleri, Mali ülkesinin sınırları içindedir. Ülke coğrafyası boyunca uzanan Sahra Çölü de büyük bir tuz kaynağı olarak inanılmaz gelir sağlamaktadır. Bütün bu doğal kaynaklar, ticaret ve vergilerle birleşince; Mali İmparatorluğunu zirveye taşımıştır. Ama bu muhteşem serveti ve muazzam toprakları korumak kolay değildir. Bu kadar büyük servet ve geniş coğrafya, askeri kuvvetler olmadan korunamazdı. Ekonomik gücün, ulusal çıkarların teminatı; bugün de olduğu gibi silahlı ordulardı.
Mansa ne demek?
Mali İmparatorlarına, kralların kralı anlamına gelen ‘Mansa’ ünvanı veriliyordu. Daha genç yaşında Mali tahtına geçen ve Mansa olan Musa, çok akıllı bir yöneticiydi; Musa’nın bir ünvanı da ‘Altın Madenlerinin Kralı’dır. Musa, altın ve tuz ticaretinden elde ettiği büyük serveti; korkunç bir ordu kurmak için kullanmaya karar verdi. Ordusunun belkemiğini süvarilerden teşekkül etmişti. Arap atlarının en güçlülerini ve silah yapımında kullanılmak üzere dönemin en elverişli metallerini ilk elden satın alıyordu. Emrinde 10 Bin atlı süvari ve toplamda 100 Bin asker vardır. O dönemin Çin ve Moğol ordusundan sonra en büyük silahlı gücünü kurmuştu. Afrika’da üstünlüğü tartışmasızdı. Musa, bugünkü hesaplamayla 400 Milyar doların üzerinde şahsi servet biriktirmişti. Afrika kıtasının süper gücü olan Musa hacı olmaya karar verince Mali’nin başkenti Timbuktu’dan Mekke’ye uzanan macera başladı.
Dünyanın en zengin İnsanı mı?
Mansa Musa 6000 km’lik bu uzun yolu deve kervanlarıyla at üzerinde geçmeye karar verir. Sahra çölünü kat edip Mısır üzerinden Arabistan’a ulaşacaktır. Deniz yolunu değil de kara yolunu tercih etmesinin sebebi, servetini tüm dünyaya göstermek ve geçtiği ülkelerle diplomatik temaslar yürütmektir. Gerçekten de, zenginliğine yakışır şekilde bir kervan düzülür. Yüzlerce at, deve, koyun ve binlerce asker, köle eşliğinde yola çıkan muhteşem kervan tabiri caizse deve yüküyle kıymetli eşya ve altın taşımaktadır. Dünyanın en geniş ve susuz çöllerinden Sahra’yı geçip Mısır’ın başkenti Kahire’ye ulaşmaları tam 8 ay sürdü. Kahire o dönem de kalabalıktı; milyonu aşan bir nüfusu vardı. 60 Bin kişilik konvoy, yanlarında taşıdıkları tonlarca altın parayı yol boyunca fakirlere sadaka olarak dağıtırlar. Adeta altın saçarak yürürler. Zaten amaç Mansa’nın cömertliğini tüm Afrika’ya göstermektir.
Zekât mı, Sadaka mı?
İnançlı bir Müslüman olan Musa hacca giderken dağıttığı bu altınla, malının zekâtını da verdiğine inanmaktadır. Yine bir rivayete göre Musa gençliğinde büyük bir günah işlemiş ve bunun kefaretini ödemektedir. Lakin bu cömert ve iyi niyetli bağışlar, geçtiği yerdeki ekonomileri krize sürükler. Musa ve kervanının dağıttığı hesapsız paralar özellikle de Mısır’da enflasyona ve durgunluğa yol açar. Nasıl mı? Herkes elindeki altını (sadakayı) mala çevirmeye yani ihtiyacını almaya çalışır. Bir anda haddinden fazla müşteri ve talep oluşur; piyasa karışır. Peki, neden Mısır halkı bu altını ‘yastıkaltı’ yapmak yerine alışverişte kullanmaya çalışır? Piyasada altın (para) bollaştığı için eldeki altının değeri hızla erir. Bunu gören fakir halk da panikle altını elden çıkarmaya kalkışır. Develerle gelen altın, deve-lüasyona uğramış, altın fiyatındaki dalgalanma 10 yıl boyunca devam etmiştir. Piyasanın fiyat algısı bozulduğu için alışveriş azalmış, resesyon (durgunluk) başlamıştır.
Krallar da ‘Yolsuz’ kalır mı?
Musa Arabistan’da hacı olduktan sonra 1 yıldan fazla kalır. Mekke ve Medine’de de cömertliğini sergilemeye devam eder. Dönüş yolunda aynı rotayı takip ederek önce Kahire’ye geçer. Lakin bol keseden dağıttığı altınlar ‘suyunu çekmiş’, parasız kalmıştır. Dönüşte Kahireli zenginlerden yüksek faizle borç almak zorunda kalır. Mısırlı tefeciler bu fırsatı ganimete çevirir ve her 300 Dinar için 700 Dinar faiz isterler. Kelimenin tam anlamıyla, dönüş yolunda ‘yolsuz’ kalmıştır. Dünyanın en zengin adamı bile olsanız tedbiri elden bırakırsanız borca batarsınız. Ataların dediği gibi ‘hazıra dağ’ değil altın madeni dayanmaz. Musa’nın bedava dağıttığı altını yüksek faiz ödeyerek borçlanması işe yaradı ve altın fiyatı toparlanmaya başladı. Fakat Musa ülkesine dönünce aldığı borcu tek seferde faiziyle geri ödeyince altının fiyatı yine dibe vurdu. Tarihte ilk ve son kez tek bir kişi altının piyasasını tek başına belirledi. Bu alışveriş belki de tarihteki ilk sıcak para hareketiydi. Sıcak paranın ülke ekonomisini nasıl tahrip ettiğini gösteren ilk örnekti fakat sayısız örneği tarihte görülecekti.
Para da bir emtia mı?
Eşya ve hizmetin değerini parayla ölçüyoruz. Yani her türlü maddi değerin karşısına bir sayı yazabiliyoruz ve bu sayıya para ya da ‘fiyat’ diyoruz. Peki, bu fiyat nasıl oluşuyor? İşte Ekonomi ve finansın temel sorusu; bu soruya verilen en eski cevap arz talep dengesidir. Kısıtlı olan, kıt bulunan maddenin değeri artar; bollaştıkça değeri azalır. Lakin paranın kendisi de bir maddedir yani onun miktarı da içerdiği değeri doğrudan etkiler. Dünyada her nesnenin (emtia) miktarı ya doğaya, zamana ya da teknolojiye bağlıdır; para hariç. Para bolluğu, insan kararıdır. Para altınken ya da altın parayken böyle değildi. Ne zaman ki, bol bulunan metaller paraya dönüştü ve zamanla kâğıt para hatta plastik ve dijital para icat oldu, ekonomik sistem değişti. Piyasadaki bol paranın emtia fiyatlarını nasıl zıplattığını, nasıl hayat pahalılığı ve enflasyona yol açtığını Mansa Musa örneğinde somut olarak gördük. Musa tarihin gördüğü en zengin adamdı, yarattığı etki korkunçtu lakin tek bir yabancının bir kasaba ekonomisini nasıl değiştirebileceğini klasik bir hikâyeyle anlatayım.
Köyde herkes borçlu mu?
Hikâye, herkesin borçlu olduğu bir köyde geçmektedir. Bu köyde yaşayan herkesin birine borcu vardır. Borcu olmayan tek bir kişi bile yoktur. Bir gün köye zengin bir müşteri gelir ve köyün otelinde kalmak ister. Ama otelciye önce oteli gezmek istediğini, beğenirse kalacağını söyler. Otelci müşteriden, kalmamaya karar verirse çıkarken geri alabilme koşuluyla 100 dolar depozito ister. Müşteri, otel sahibine 100 doları uzatır ve yukarı çıkar. Bu sırada otelci 100 doların geçen ay maaşını ödeyemediği aşçının maaşına denk geldiğini hatırlar ve aşçıya maaşını öder. Maaşını alan aşçı, geçen ay yaptığı ancak parasını ödeyemediği market alışverişinin 100 dolara denk geldiğini fark eder ve marketçiye borcunu öder. Parayı alan marketçi, doktora olan ameliyat borcunu öder. Doktor, bu paranın yanında çalışan hemşirenin maaşına denk geldiğini fark eder ve parayı hemşireye verir. Hemşire ise köye yeni taşındığı için bir süredir köyün otelinde kalmaktadır ve aldığı paranın tam da otele olan borcuna denk geldiğini görüp parayı otelciye verir. Otelci parayı aldıktan sonra, bu parayı depozito olarak veren müşteri kalmak istemediğine karar verir ve otelciden 100 doları alarak köyden ayrılır.
Zengin Turist Paradoksu nedir?
Böylece otelci, aşçı, marketçi, doktor ve hemşirenin tüm borçları ödenmiş olur, ancak kimsenin eline bir para geçmemiştir. Sadece müşterinin verdiği para elden ele dolaşıp tekrar ona dönmüştür. Ancak kimsenin kimseye borcu da kalmamıştır. Bu durumda, en başından beri gerçekten bir borç var mıydı? Aslında sizin de fark ettiğiniz gibi ortada bir paradoks (çelişki) yok. Sonucunda hepsi birbirlerinden belli bir miktarda para almışlar ve sonrasında da borçlarını ödemişler. Ancak elbette bunun için belli bir başlangıç gerekiyordu. Bu başlangıç zengin bir müşteri sadesinde mümkün oldu. Ortaya koyduğu 100 dolar, kasaba piyasasını hareketlendirdi, kasaba ekonomisinde bir para döngüsü sağladı. Okuduğunuz bu hikâye, farklı versiyonlarla, yıllardır internette dolaşıyor ve yazanı bilinmiyor. Gerçek olmasa da bu hikâye; para dediğimiz kavramın nasıl işlediğini anlamamızı sağlıyor. Zengin müşteri köye sıfır faizle para sokmuş aslında. Vadesi oteli gezme süresi kadar yani çok kısa. Bu kısa zaman bile herkesin borcunu ötekine ödemek için yeterli olmuş.
Arz kısıntısı mı, talep fazlası mı?
Zengin turist ekonomiyi canlandırır, enflasyonu uyandırır. Lakin bizdeki enflasyonun sebebi fakir turist ve göçmenler. Klasik para teorisine göre enflasyonun sebebi para bolluğudur. Bizdeki enflasyon ise talep kaynaklı ve arzın eksikliğinden besleniyor. Para arttığı için fiyatlar yükselmiyor; ürün ve hizmet kısıtlı arttığı için bunların fiyatı yükseliyor. Tıpkı Mısır’da Mansa Musa kafilesinin birden bire talebi yükseltmesi gibi. Aradaki fark şu; Mansa kafilesinin yüksek nakit (altın) ve harcama isteği vardı. Bizde ise gelenler muht(aç) ve parasız. Üstüne üstlük bizde son 20 yılda bozulmuş gelir adaletsizliği ve sebepsiz zenginleşme var. Toplumun ekseriyeti asgari yaşam şartlarına rıza gösterirken, mutlu bir azınlık anormal zenginleşti. Doyumsuz bir tüketim ve harcama iştahına sahip olan bu kesim, nüfusun yaklaşık yüzde onunu teşkil ediyor fakat gelirin ve sermayenin yüzde 90’ını kontrol ediyor. Burada arz tarafında da talep tarafında da azınlığın tahakkümü sürüyor. Yani arzı sunan imtiyazlı kesim, miktarı kısmak sayesinde fiyatın yükselmesini sağlıyor. Bunun somut örneğini sıfır araba stokçuluğunda gördük. Bayilere gelen sıfır araçlar adeta saklanarak suni bir kıtlık ve karaborsa piyasası yaratıldı. İkinci el arabalar, yenisinden pahalıya satıldı.
Efsane mi, gerçek mi?
Bazen ekonomi ‘havuzuna’ atılan bir taş dalga dalga yayılıp bütün havuzu etkileyebilir. Yanlış ya da orantısız bir fiyat oluşumu; emsal etkisiyle yayılıp sayısız emtianın değerini bozabilir. Üstelik atılan bu ilk taşın kaynağı; bir şehir efsanesi, manipülasyon hatta yalan haber bile olabilir. 6 Şubat depreminden sonra Hatay’da sağlam ve oturulabilir konut sayısı çok azalmıştı. Antakya’da ise neredeyse hiç kalmamıştı. Depremden kurtardıkları yastıkaltı nakitleriyle bazı Antakyalı zenginler İskenderun ve Arsuz’da acil, müstakil konut arayışına girdiler. Dilden dile dolaşan bir efsaneye göre; Arsuz’da bir vatandaş müstakil evinin bahçesini sularken bir araba yanaştı ve evin satılık mı olduğunu sordu bir Antakyalı. Ev sahibi ilk şaşkınlığı attıktan sonra evi satabileceğini söyledi ve normalin 3 katı fiyat istedi. Antakyalı arabasının bagajını açtı ve istenen paranın yarısını oradan nakit ödedi. Kalanı da tapuda ödeyeceğini belirtip oracıkta evi satın aldı. Bu şehir efsanesi bile civardaki bütün evlerin değerini fırlatmaya yetti. Emsal etkisi, sesten bile hızlı yayıldı.
Para elektriğe benzer mi?
Kısacası ekonomi; fizik kimya gibi mutlak bir bilim değildir ama fizik kanunlarına uyar. Paranın bazen şelale misali (Mansa Musa altını), bazen de tek bir elektron gibi (zengin misafir parası) hareket etmesi bile elektrik akımına yol açar. Uygun izolasyon (doğru faiz politikası) ve gerekli topraklama (yeterli döviz rezervi) olmazsa elektrik (enflasyon) fena çarpar.