Geçmiş öfkelendirir, gelecek kaygılandırır.
Sarmalın en son noktası, başlangıcı aslında.
Hayat da bir turistik gezi değil, bir yolculuk kıvamında yaşanmalı, fotoğraflar çekerek değil, kendini ana katarak, anın insanı olarak, anın tadını doya doya çıkararak günü yakalayarak. Hayat akıp giderken orada olmak, yeni yaşantı ve duygulara kalbin tüm pencerelerini açarak arka sokakları dolaşarak selam vererek ve selam alarak doya doya yaşamalı.
İnsan, bugün yarın sonrası değişir diyorlar.
Geçmişten gelen alışmışlıklar bugünde yaşanır, yarın da fark etmeden devam eder.
Eski zamanlarda psikolojik danışmanlar yoktu. Birtakım rehberler vardı. Manevi rehberler, yol gösterenler, kılavuzlar vardı. Toplumun atomize ve sosyal medya bağımlılığı olması ile bireylerin giderek yalnızlaşması ile herkesin muhkem kaleler gibi inşa ettiği evlerine çekilmesi ile ortak alanların, kamusal alanların kaybolması ile insanlar giderek yalnızlaşıyorlar.
Psikoterapi her zaman karşımızdaki insanı okşayacağız, onu seveceğiz, onu destekleyeceğiz demek değildir. Bazen gerçekle yüzleştirmek gerekir.
Bazen insanları kendilerinden de gizledikleri yerden haberdar etmek gerekir. Hastaların kendilerine subjektif inşa ettikleri hayal mağaralarına birlikte girmek gerekir. Görmek istemediği bazı gizemli korku dolu kuytu yerleri meşale ile fenerle aydınlatarak gerçeği gösterip aydınlatmak gerekir.
Şifacı, tedavici, psikiyatrist, psikologlarda, hayatın içinde yaşayan hayatın her türlü derininden, tasasından etkilenen sıkıntılaşan, üzülen, seven bazen sevilmeyen bunun tasasını içinde yaşayan insanlardı. Onlarda sokaktaki her insan gibi bir insandır.
Psikoterapi literatüründen Jerome FRANK’ın ikna ve iyileştirme kitabından “BİNBİR TÜRLÜ” psikoterapi yöntemini; “Bir tek şey insanları iyileştirir” der. Onlara ÖĞÜT vermek yerine alternatif tavsiyede bulunarak insanlar eğer etkileşimde bulundukları kişi tarafından iyileşeceklerine, bir şeylerin yolunda gideceğine ikna edilebilirlerse, o zaman iyileşme ihtimali çok kuvvetlidir.
Bütün psikoterapilerde ortak olan öz; ümidi uyandırabilmek ümidi yerinden kıpırdatabilmektir. Çünkü size başvuran insanlar bazen o ümitten çok geriye düşmüş olarak gelirler. O ümidi hiç yaşamadan gelirler. Bir dokunuşa hazırdırlar. En ufak bir sözünüzle o kıvılcımları çaktırmaya hazırdırlar. O yüzden terapilerde siz gelişi güzel bir söz ettiğinizde dahi, aradan seneler geçer ve size danışan kişi, size o sözü hatırlatır. Siz bana şöyle demiştiniz. O söz benim iç dünyamda çok büyük yankılar uyandırdı der. O söz o gün orada yerini bulmuştur. Hedefine ulaşmıştır. Çünkü; işte psikoterapi bu yüzden karşımızdakini duyma, ona içten bir ilgi gösterme erdemidir. Onu hakikaten duyabilme, hakikaten işitebilme, hissedebilmektir.
İnsanlar terapistin tecrübesine, yaşına, kullandığı tekniğe bakmazlar. Onlar tek bir şeye bakarlar. Karşımdaki insan beni gerçekten anlamak istiyor, benim için gerçekten içten bana ilgi gösteriyor, beni candan dinliyor diyerek güvenir.
Sizin karşınızdaki insan sizden gelebilecek en ufak ihmalkarlık belirtisine küçümseme belirtisine, alaycılığa, her şeye karşı çok duyarlıdır.
Psikiyatri zor bir meslektir bazen onlarda boğazlarına kadar dert ile dolarlar. Buna rağmen insanları içten bir ilgi ile dinleyebiliyorlar ise mesleklerinde çok iyidir denebilir.
İnsanlar kendince bir öykü kurgular. Siz ise onun anlattıklarını dikkate alıp öyküyü kendince yeniden dizayn edip kurgular ve kendisine dikkatlice ve samimiyetle (alay etmeden, küçümsemeden) anlatırsanız, karşınızdaki insan ikna olur ve iyileşmeye başlar.
İnsanın insan ile uğraşması zor zanaattır. İnsan ikiliği aşan bir varlıktır. Bedenin ruha, ruhun bedene kenetli olduğunu kabul etmek gerek. Kısacası; ruh diye ayrı bir organ üzerinde işlem yapılıyor değil. Beden ruhtan, ruh bedenden ayrılamaz. Garip olan bir insan fizyolojik, organik, biyolojik bir rahatsızlık geçiriyor. Ama hayattan aldığı zevkte azalıyor. Hayatı daha keyifsiz, daha neşesiz yaşamaya başlıyor. Tam tersi, depresyona giren bir insanın, bağırsak sistemi yavaşlıyor, kalpte ritmik hareketlilik tutarsızlaşıyor, kriz geçirme riski, damar hastalıkları artıyor. Demek ki; ruh bedeni, beden de ruhu bir bütün olarak etkileyebiliyor. Ortadan ikiye bölerek şu taraf ruh, bu taraf beden diyerek ruh üzerinde çalıma yapılamaz.
Geçmişte, Seratonin, Depomin, Nöradrenalin denilen bu üç kimyasal ileticiyi arttırarak veya dengeleyerek tedavide kolay yöntemler uygulanırdı. Hasta geçişi olarak iyileşirdi veya verilen antideprasanlar bağımlılık yaparak hasta onsuz yaşayamayan başka hastalığa yakalanmış olurdu. Depresyon mutasyona uğrayarak antideprasan bağımlı hastalık ortaya çıkıyor buna psikoterapi denmez dense dense “Kognitip psikoterapi” denir.
İnsan tahmin edilenden çok daha karmaşık bir varlıktır. Sözün kalp kırdığı, sözün hayatı zehir ettiği bir başka varlıktır. Kötü bir söz insanın kalbini kırar, kötü bir söz insanı uykularından edebilir. Aylarca, günlerce, yıllarca kin ve nefret içinde yaşamasına yol açabilir. İyi bir sözde hasta bir ruh halini, kalbi tedavi edebilir. Bu nedenle sözün alanında, anlamında olmak insanın özüdür. Hayvanlarda hayatın manası sözün anlamı üzerine düşünmez ve yaşanmaz.
İnsan ise; niye varım, nereden geldim, nereye gideceğini düşünür.
Tüketerek içimizdeki boşluğa bir şifa bulmaya çalışıyoruz. Çevremizdekileri geçilmesi gereken bir yarış atı olarak görüyoruz. Daha lüks arabalara binersek, marka giysiler giyersek, komşumuza, arkadaşlarımıza hatta en yakın akrabalarıma giydiklerimiz, yediklerimizle, oturduğumuz mahalle ve mekânlarla onlara hava atabilirsek, onlara fark atabilirsek kendimizce kendi benliğimiz iyi ve mutlu, üstün hissedebiliyoruz.
Ama bunlar içimizdeki o boşluğu doldurmaya, o yarayı iyileştirmeye yetmez dünyada var oluşumuzun sorusuna da, cevap olmaz.
Allah bizleri bu dünyaya neden getirdi, mal mülkü neden verdi veya neden vermedi. Neden çok çirkin veya çok güzel yarattı. Neden hiç hasta olmadın veya neden hep hasta oluyorsun bu sorular kümesine fırsat buldukça cevap aramalı ve gerçek cevabı vererek yaşarsanız gerçek ve kalıcı huzura erebilirsiniz. Bu soruları sormaya cesaret edemeyen veya cevabı bilip de yerine getirme cesareti gösteremeyenler, hayatlarını tarumar ederler.
Bu günün insanına baktığım da geçmişin bir takım değer yaratan, anlam üreten kaynaklarından uzaklaştığını, onun yerine de bir şey koyamadığını görüyoruz. Sahte maneviyatlar görüyoruz. Kendini geliştirme teknikleri, rahatlama teknikleri, televizyon showları ile boşluklarını doldurmaya çalışan bir tür insanı görebiliyorsunuz.
Geçmişte her şeyimizi en yakın dostlarımızdan gizlerken şimdilerde televizyon programlarında en mahrem şeylerimizi tüm Türkiye’nin izleyeceği duyacağı şekilde anlatıyor ve bununla guru duyabiliyoruz. Bunun tek bir açıklaması olabilir, suçluluğumuz aç gözlülüğümüzü, tatminsizliğimizi kamufle edebilecek en güçlü silah olan mazlum mahrumiyete büründürme girişiminden başka bir şey değildir.
Bu davranış biçimine “pop psikoterapi davranışı” denir.
Çünkü derinliği yok, inandırıcılıktan uzak, yüzeysel ve popüler; paylaş ve rahatla, aç içindekileri dök, ruhun elbiselerini çırılçıplak soy oracıkta utanmadan dursun der dini insanlarla paylaş. Rahatla, özgürleş ve hayatını yaşa. Oysa bu davranışlar insanın içindeki yaraya merhem olacak şeyler değil.
Bir insana yardım etmek o insana tahakküm etmek değildir. Siz bir insana yardım ettiğiniz zaman kendiniz daha üstün bir konuma yerleştirilmiş olamazsınız.
Siz bir insana yardım etmekle onun tarafından yardım almış oluyorsunuz.
Çoğu zaman hastaya yardıma başlamadan önce insan kendini iyi hissetmezken, hastaya yardım etmeye başladıktan sonra hasta iyileşmeye başladıkça sizde yardım edebilmenin hazını yaşarsınız ve çok mutlu olursunuz. Çünkü; o insana yardım ettiğini hissediyorsun, diğer taraftan hastanın durumunu görüyorsun ve haline şükrediyorsun. Bende bu hasta gibi çaresiz olabilirdim diye seviniyorsun. O diyorsun benimde dertlerim sorunlarım var ama bu hastanın ki kadar ağır değil diye seviniyorsun.
Derdimden tiksidim, onun derdini gördüm kendi derdime sevindim gibi bir şey hisseder insan.
Kişilerin dertleri karşısında nasıl aciz ve zayıf düştüğünü görünce kendinin daha güçlü ve cesur hissedersin.
Hastalık olmasaydı, sağlığın kıymeti bilinmezdi ölüm olmasaydı yaşamın, hayatın bir değeri olmazdı.
Hayatı her zaman karşılıklı olarak mukayese ederek algılayabiliriz. İnsan topluca yaşar, insan tek başına ölür, ölümü tek başına yaşar. Öldükten sonra geride bıraktığın yetiştirdiğin insanlar yazdığın yazılar, yaptığın önemli konuşmalarla anılırsın ve gök kubbede metafizik olarak avize gibi asılı kalır ve insanlığı sürekli aydınlatırsın.
İnsanlar ya basit ihtiyaçlarını girerek (yer, içer, seks yapar vb.) yaşar, ya da hayatlarına anlamlı değerler katarak (insan yetiştirmek, yararlı kitaplar yazmak, yeni nesli, yönlendirici konferanslar vererek) yaşar.
Erdemli insan teslim aldığı dünyayı, şirketi, ailesini daha iyi şartlarla (geliştirerek) sonraki nesillere teslim edebilendir.
Bazı genler ANOMİK: Yani değerlerini bir türlü dikiş tutturamadığı değersizlik içinde yaşıyor.
Değersizlik içinde yaşayan gençler, çeşitli ilaçlarla sakinleşmek veya hayatına son verme girişiminde bulunabiliyor.
Ülke, aile sevgisinden uzaklaşan yeni nesil gençlik artık A POLİTİK yaşıyor.
Paraya tahvil edilemeyen şeyler, giderek daha değersiz addedilmeye başladı. Anne- babalık hatta karısı paraya addedilebilir bir şey olmadığı için hükmünü, değerini giderek kaybediyor.
Yaşlılığı sadece ölüme yaklaşma olarak algılamamalı hayatın bir sürü değerli bilgisinin biriktirdiği ve insanlara süzülerek aktarılabilecek bir süre olarak görmeli.
Ölüm, insanlar için hayatın anlamını arttırır. Yeryüzünde başka bir varlık sorumluluğunu fark edemez. Her şey karşıtıyla KAİM karşılığı olmayan yoğun yaşanamaz.
Bilim insanlık için hem faydalı, hem de zararlı olabiliyor.
Radyasyonu, hem insanlığın faydasına, hem de öldürmek için kullanmak gibi.
Ben, ben olmak içi bize ihtiyaç duyar. Benim karşımda bir başkası olmazsa ben, ben olamam.
Hepimiz bu dünyada TEYİT edilmeyi bekleyen canlılarız konuştuğumuzda bizi duyup cevap veren olmazsa, konuşma bir anlam ifade etmez.
Bir insan sık sık ve hep kendinden bahsediyorsa kendisinin hiç fark edilmediğini sandığı içindir.
Her şey yıkılıp giderken, geride kalan şeylerle güzel bir şeyler kurmaktır HAYAT.
Cellatla yaptığı işten para kazanıp ailesini geçindirir, hatta yaptığı işten mutluda olabilir. Bir suçluyu bu dünyadan gönderen Âdem edasına da bürünebilir. Ancak ölenler hiç unutulmazken, ona öldüren cellatlardan hiç kimse bahsetmez, hatta kendi çocukları dahi.
İlim ilim bilmekti, ilim kendini iyi bilmektir.