Bir Doktorun İçinden Doğan Başkan: Bahadır Amaç

Mayıs-2025

Sıradan bir hayatın içinden çıkıp, bir kentin kaderini değiştirmeye talip olan bir adam...
Bahadır Amaç’ın hikâyesi, sadece bir doktorun değil; mücadeleyle büyüyen bir gencin, sorumlulukla yoğrulan bir babanın, adaletin izinden yürüyen bir başkanın hikâyesi.
Çocukluğundan itibaren alın teriyle ördüğü yaşamı, üniversite yıllarındaki politik uyanışı, hekimliğe adım attığı günlerden bugün Dörtyol’u geleceğe hazırlayan vizyonuna kadar her detay; bu röportajda tüm samimiyetiyle yer buldu.
Gösterişten uzak, özüyle var olan bir isim Bahadır Amaç. Ve bu satırlar, sadece bir röportaj değil; Dörtyol’un ruhunu yeniden inşa eden bir yürüyüşün iz haritası.

ÇOCUKLUK VE GENÇLİK YILLARINIZ NEREDE GEÇTİ, SİZE NE KATTI?
1968 yılında İstanbul'da dünyaya geldim. Üçkardeşli bir ailenin ortanca çocuğuyum; ablam Serpil ve kardeşim Soner’le birlikte büyüdüm. Babam Yılmaz Amaç, astsubaydı. Mesleği gereği Türkiye’nin farklı şehirlerinde yaşadık. Sürekli yer değiştirmek, küçük yaşlardan itibaren farklı kültürlerle tanışmamı sağladı. Bu da bana sadece geniş bir hayat tecrübesi değil, aynı zamanda insanlarla güçlü ve sağlıklı iletişim kurabilme yetisi kazandırdı. Bugün bulunduğum noktada, o yılların bana kattığı bakış açısının çok büyük payı var.

EĞİTİM SERÜVENİNİZ NASIL ŞEKİLLENDİ?
Eğitim yolculuğumun ilk adımları sınıf sıralarında değil, evimizin salonunda atıldı. Babam ablama ders çalıştırırken ben sessizce kenarda dinler, kelimelerin büyüsüne kapılırdım. Daha kalem tutmadan okumayı söktüm; gazeteleri karıştırır, yazıları çözmeye çalışırdım. Ancak bu erken öğrenme, ilkokul yıllarımda bir avantaja dönüşmek yerine, üzerime ağır bir yük olarak geri döndü. Sınıfın seviyesini dengelemek isteyen öğretmenim, bilgimi gizlememi istedi. Bildiklerimi saklamak, öğrenmenin sevincini yaşayamamak, beni eğitime yabancılaştırdı. Sessizliğe mecbur bırakıldım; ağlayarak ezber yaptığım günler hâlâ hafızamda.
İkinci sınıfa geçtiğimde işler daha da karmaşıklaştı. Okuma yazma bilmeyen arkadaşlarımın arasına oturtuldum, onlara rehberlik etmem beklendi. Ödevlerini yapmayanların yerine suçlanan, çocukluğunu yaşayamadan büyümek zorunda kalan bir öğrenciydim artık. Oysa içimde hâlâ sokakta misket peşinde koşan, ağaçlara tırmanan bir çocuk vardı… Neyse ki üçüncü sınıfta Malatya’ya tayinle gelen yeni bir başlangıç kapıyı araladı. Lojman hayatı, sıcak arkadaşlıklar ve düzenli bir okul ortamı bana nefes aldırdı. Fakat enerjim hep fazlaydı, dersler yetersiz geliyordu. Belki de o yaşlarda sınıf atlama gibi bir imkân olsaydı, bugün çok farklı bir akademik yolculuk anlatıyor olabilirdim. Eğitim serüvenim, kalıplara sığmayan bir çocuk ruhunun, sisteme uyum çabasıydı aslında.

ORTAOKUL VE LİSE YILLARINIZ HAYATINIZA NASIL YÖN VERDİ?
Ortaokula geçtiğimde, artık çocukluktan çıkıp hayatla yüzleşmeye başlamıştım. Ders kitapları bir yanda, geçim telaşı öte yanda... Daha o yaşlarda elektronikçide lehim tuttum, oyuncakçılarda raf dizdim, camcıda çalıştım. Babamın teknik bir mesleği vardı; evimiz devre kartları ve kablolarla doluydu. Ailem “okumazsa bir meslek sahibi olsun” diyordu belki ama ben o tezgâhların başında bile başka bir hayatın hayalini kuruyordum.
Kitap alabilmek için garsonluk yaptım. Bazen bir çay ocağının arka köşesi oldu yatağım, bazen düğün salonlarının demir sandalyeleri... Ama hiçbir zaman “zor” demedim. Çünkü biliyordum, alın teriyle gelen her şeyin bir karşılığı vardır. Bu yıllar bana sadece çalışmayı değil; mücadele etmeyi, pes etmemeyi öğretti.
Lise ise yalnızca bilgi değil, karakter inşa etti. Haksızlıklara sessiz kalmadım. Okul diploma parası istiyordu, “Diploma parayla mı alınır?” diyerek itiraz ettim. Tepkim yankı buldu. Bir gün müdür yardımcısı beni odasına çağırdı. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Ama yüzüme bakıp sadece şunu söyledi: “Evladım, bir ihtiyacın var mı? Sana ek ders verelim mi?” Meğer sınavlarda okul birincisi olmuşum. O an anladım ki: Doğru bildiğinden şaşmayan, çalışan çocuk bir gün mutlaka fark edilir.

ÇOCUKLUĞUNUZDAN HAFIZANIZDA EN ÇOK NE KALDI?
Benim çocukluğum, zamanın ağır aktığı, kahkahaların yankılandığı, sokakların oyun alanı olduğu günlerdi. Ne internet vardı ne telefon… Ama içimizde keşfetme arzusu, gözlerimizde sonsuz bir neşe vardı. Saklambaç, gülle oynar, topaç çevirir, komşu bahçelerden topladığımız eriklerle günümüzü tatlandırırdık.
Bir de çizgi romanlar… Gırgır, Fırt, Tommiks, Mister No... Her biri beni başka bir dünyaya sürüklerdi. Her sayfa, hayal gücümü biraz daha büyüttü. Bugün içimde hâlâ misket peşinde koşan o çocuk yaşıyor.

OKUMA TUTKUNUZ DA O YILLARDA MI BAŞLADI?
Evet. Evimizde “oku” diyen olmadı ama ansiklopediler hep vardı. Fasikül fasikül biriktirir, özenle ciltletirdik. Ben okul kitaplarından çok o ansiklopedilerle büyüdüm. Onlar benim için bilgi kaynağından öte, dünyayı anlamanın, hayal kurmanın anahtarıydı.

ÇALIŞMA HAYATINA ÇOCUK YAŞTA ATILMAK SİZE NE KATTI?
O yaşta sorumluluk almanın ne demek olduğunu öğrendim. Elektronikçide lehim tuttum, oyuncakçılarda raf dizdim, camcılarda kesik camları törpüledim… Teknik işlere aşinaydım çünkü babam muhabereciydi. Ailem, “okumazsa elinde bir mesleği olsun” diye düşündü belki ama ben o yolları arkamda bırakmaya kararlıydım.
Oyuncakçıda raf dizerken, elektronikçide lehim yaparken içimden geçen tek şey şuydu: Bu çaba, bir gün beni hayalini kurduğum yere taşıyacak. O erken yaşta tanıştığım emek kültürü, bugün hâlâ en kıymetli pusulam.

O YILLARDA SİZİ DERİNDEN ETKİLEYEN BİR OLAY OLDU MU?
Olmaz mı… Malatya’da lojmanda yaşarken, okul yolunda her sabah beni karşılayan Altın adında bir köpeğim vardı. Bir sabah, onu çöp kamyonunun üstünde vurulmuş halde buldum. O an zaman durdu. Sevgiyle birlikte kaybetmenin ne olduğunu ilk kez o gün öğrendim. Kalbimde silinmeyecek bir iz bıraktı.

KÖPEKLERE OLAN SEVGİNİZİN KAYNAĞI DA O DÖNEM Mİ?
O sevgi hep vardı ama Altın’ın kaybı bende çok şey değiştirdi. Soğuk kış günlerinde, sokak köpekleri için kartondan kulübeler yapar, üzerlerini örterdim. Onlar üşümesin diye ben titremeye razıydım. Altın bana şunu öğretti: Her sevdiğini koruyamazsın. Ama onları sahiplenmek, insan olmanın en saf hâlidir.

TÜM BU YAŞANANLAR SİZE NE ÖĞRETTİ?
Hayat beni yaşla değil, yaşadıklarımla büyüttü. Sorumluluk almayı, hakkını aramayı, sabretmeyi öğrendim. Eğitim herkese aynı şekilde dokunmayabilir ama bir çocuk kendi potansiyelini keşfettiyse, yolunu mutlaka bulur. Ben o çocuktum… Ve bugün hâlâ o çocuğun izlerini takip ederek yürüyorum.

AİLENİZDEN SÖZ ETMİŞKEN… ANNENİZLE BABANIZIN İLİŞKİSİ NASILDI?
Onların arasında kelimelerle anlatılamayacak kadar derin, zamana meydan okuyan bir bağ vardı. Göz göze geldiklerinde bile konuşmadan anlaşabilecek kadar içten bir muhabbet... Biz çocuklar, o sevgi ikliminin tam ortasında büyüdük. Sadece gördüğümüz değil, içimizde iliklerimize kadar hissettiğimiz bir bağdı bu. Evin içindeki sıcaklık, dışarının soğuğunu unuttururdu. O huzurlu atmosfer, bana güven duygusunu öğretti. Hayata karşı duruşumun temelini, o sevgiyle yoğrulmuş ev inşa etti. Bugün insanlara nasıl yaklaşıyorsam, bilin ki o evin izleri hâlâ içimde yaşıyor.

ÇOCUKLUĞUNUZDA AİLE ORTAMINIZ NASILDI?
Mütevazı ama sıcacık bir yuvaydı bizimkisi. Annem ve babam sadece anne baba değil, aynı zamanda hayatın ilk öğretmenleriydi benim için. Evimizde kural çoktu—arka bahçeye bile izinsiz geçemezdik örneğin—ama bu disiplinin kökü korkudan değil, sevgiden ve saygıdan beslenirdi. Annem Türkan… Sessizliğin içinde saklı bir güç gibiydi. Her haliyle fedakârlığın tanımıydı. Babam Yılmaz ise duygularını sözle değil, davranışlarıyla ifade eden bir adamdı. Evin her köşesinde bir kitap, bir plak, bir fikir dolaşırdı. Düşüncenin, kültürün ve zarafetin hâkim olduğu bir atmosferde büyümek, beni bugünkü ben yapan en büyük şanstı. Bugün ne anlatıyorsam, mutlaka bir ucunda o sofranın sıcaklığı, o evin sesi vardır.

SANAT VE MÜZİK HAYATINIZDA NASIL BİR YER TUTTU?
Sanat benim için bir hobi değil, adeta bir yaşam biçimiydi. Küçük yaşlardan itibaren müzikle yoğruldum. Annem dikiş-nakış öğretmeniydi ama aynı zamanda mandolin çalardı. Evimizin bir köşesinden hep bir ezgi yükselirdi; o melodiler duygularımızın tercümanı olurdu.
Sesim çok güçlü değildi belki ama ruhum müziğe ayarlıydı. Nota bilgim vardı, özellikle halk müziği çalgılarına ayrı bir ilgim gelişti. Plak, teyp, gramofon hep dinlenirdi.
Okul yıllarında halk oyunları oynadım. Her figür benim için bir kültürün ayak iziydi; ritminde tarih, duruşunda kimlik saklıydı. Sanat bizde bir süs değil, karakterin dokusuydu. Babam sıradan bir asker değildi. Evimizin kapısı hep öğretmenlere, sanatçılara, fikir insanlarına açıktı. Ben, o atmosferde büyüdüm. O ruhun içinde şekillendim.

ÇOCUKLUĞUNUZUN GEÇTİĞİ FARKLI ŞEHİRLERDE NASIL BİR DEĞİŞİM YAŞADINIZ?
Her şehir, ruhuma ayrı bir renk kattı. İstanbul’un büyüsünde tarihi yaşadım, Adana’nın sıcağında özgürlüğü tattım, Malatya’nın sessizliğinde içime döndüm. Her taşınma sadece bir adres değişikliği değildi; bir iç yolculuktu. Yeni insanlar, yeni kültürler, yeni duygular… Belki de bu yüzden bugün bir mekâna değil, bir insana kök salarım. Çünkü bana göre hayat, insanla başlar; sıcaklık da, umut da orada yeşerir.

ORTAOKUL VE LİSE YILLARINIZ NASIL GEÇTİ? O DÖNEMDE ÇALIŞTIĞINIZI SÖYLEDİNİZ… BU SÜREÇ SİZİN İÇİN ZOR MUYDU?
Lise yıllarım, Adana’nın güneşi kadar yakıcı bir mücadeleyle geçti. Hayatı yalnızca kitaplarda değil, tezgâhlarda da öğrendim. Bir kitap alabilmek için garsonluk yaptım. Gençliğin coşkusuyla umut taşırken, hayatın yükünü omuzladım. Zordu elbette ama o zorluklar beni yoğurdu, karakterimin harcını o yıllarda karma başladım.

LİSE YILLARINIZA DAİR UNUTAMADIĞINIZ BİR ANINIZ VAR MI?
Hiç unutmam… Okul yönetimi diploma için para talep ettiğinde, “Diploma satılık mıdır?” diyerek itiraz ettik. Bu çıkışım, beni okulun dikkatine taşıdı. Bir gün müdür yardımcısı çağırdı. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. O çağrılar genellikle hayra alamet sayılmazdı. Ama içeri girdiğimde bambaşka bir şeyle karşılaştım: ÖSS sonuçları açıklanmıştı, okul birincisi olmuştum. Müdür yardımcısı, “Bir ihtiyacın var mı evladım? Ek ders verelim mi?” dediğinde, yıllarca görünmeyen emeğimin ilk kez fark edildiğini hissettim. Ne yazık ki bu fark ediliş, okulun sona erdiği sürece denk gelmişti. O an, yalnızca bir başarı değil; bir çocuğun değerinin ilk kez kabul edilişiydi.

TIP FAKÜLTESİ KARARI NASIL ALINDI? HAYALİNİZ HEP BU MUYDU, YOKSA YOLUNUZU DEĞİŞTİREN BİR DÖNÜM NOKTASI MI OLDU?
Açık konuşmak gerekirse, beyaz önlük hiç hayalim olmamıştı. Kalbim hep kelimelere, tartışmalara, adalete yakındı. Hukuk, siyaset, uluslararası ilişkiler… Bu alanlar beni heyecanlandırıyordu. Ancak hayat bazen hayallerimizle değil, elimizdeki imkânlarla yol çizer. Babam o dönem yeni emekli olmuştu. “Ya Adana ya da dedemlerin yaşadığı Elazığ” dedi. Böylece tercihim Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi oldu. Kalbim başka şehirlerde kalmıştı belki ama o yol beni, insan ruhuna dokunmanın en derin biçimiyle tanıştırdı.

GENÇLİK YILLARINIZDA HAYATINIZI ETKİLEYEN BAŞKA BİR DÖNÜM NOKTASI OLDU MU?
Evet… Lise 2’de Adana Demirspor altyapısına seçilmek üzereydim. Eve koştum, heyecanla babama müjdeyi verdim. Gözlerim parlıyordu. Ama babam sakince tek bir cümle kurdu: “Bir koltukta iki karpuz taşınmaz. Ya futbol ya okul.” O cümle bir tercihin değil, bir hayat yolunun başlangıcıydı. Futbolu bıraktım. Sahalardan vazgeçtim ama sahici bir hayatı seçtim. Ve bugün dönüp baktığımda, iyi ki de öyle yapmışım diyorum.

ÜNİVERSİTE YILLARINIZ NASIL GEÇTİ? SİYASİ KİMLİĞİNİZİN O DÖNEMDE ŞEKİLLENDİĞİNİ SÖYLEDİNİZ…
Üniversite, benim için yalnızca bir meslek edinme süreci değil; aynı zamanda karakter ve duruş kazanma dönemiydi. İçimde hep var olan muhalif ruh, o yıllarda ete kemiğe büründü. Öğrenci derneği kurduk, YÖK’e karşı yürüyüşler düzenledik, kötü çıkan yemekleri protesto ettik. Adalet için sokaklara çıktık; geceleri sabahlara kadar süren hararetli tartışmalarla ülkeyi kurtardığımızı sandık. O mücadele yılları, bana yalnızca politik bir bilinç değil, aynı zamanda derin bir insani sorumluluk da kazandırdı. Elbette bu süreçte okul iki yıl uzadı; ama ben o yıllarda hayata çok şey kattım. Tabi sınıf tekrarları hayatımın aşkı Gülsüm Hanıma kavuşmamı sağladı. En büyük kazancım, Gülsüm Hanım oldu.

ÜNİVERSİTE DÖNEMİNDE DE ÇALIŞTINIZ MI? NASIL BİR TEMPOYDU BU?
O tempo, hayatımın doğal ritmiydi artık. Yazları lise arkadaşlarımla birlikte işlettiğimiz bir mekân vardı: bilardo salonu, çay bahçesi ve düğün salonu bir aradaydı. Pipetli kolalar hazırlardım, parmaklarım otomatiğe bağlanmış gibiydi. Salon kapanınca demir sandalyelere minder serer, birkaç saatlik uykuyla yeni güne uyanırdık. Garsonluk yaptım, dondurma sattım, anketörlük, kitap pazarlama... Hayatın her alanında ter döktüm. Zordu ama bana sabrı, disiplini ve azmi öğretti.

TIP FAKÜLTESİNDEN MEZUNİYET SONRASI NASIL BİR YOL İZLEDİNİZ?
Sekiz yıllık zorlu ama öğretici bir yolculuktu. Sosyal sorumluluklar, hayatın içindeki mücadeleler zaman zaman önceliğim oldu ama hiçbir anımı boşa saymadım. TUS’a girmedim, uzmanlık hedeflemedim. Akademik merdivenleri değil, insan kalbine çıkan yolları tercih ettim. Hastalıklarla değil, insanlarla ilgilenmeyi seçtim. Belki bu yol planladığım bir rota değildi ama beni ben yapan, insan ruhuna dokunmanın en derin biçimini öğreten bir limana çıkardı. Bazen hayat sizi hiç hesapta olmayan bir kıyıya sürükler… Ve bir gün dönüp baktığınızda, aslında hep oraya ait olduğunuzu fark edersiniz.

ÇOCUKLUK HAYALİNİZ NEYDİ? BUGÜN BULUNDUĞUNUZ NOKTADA O YILLARDAN İZLER GÖRÜYOR MUSUNUZ?
Çocukken pilot olmak isterdim. Babam hava astsubayıydı. O tulumu giymek, gökyüzüne yükselmek hayalimdi. Bir de Petrocelli dizisinin avukat karakteri beni çok etkilerdi. Hukuk, adalet, savunma… Kalbimin bir köşesi hep o yöne bakardı. Ama hayat beni başka bir uçağa bindirdi; kokpite değil belki ama insan kalbine yolculuk yapan bir mesleğe götürdü.

TIP FAKÜLTESİNDEN SONRA FARKLI ALANLARDA ÜNİVERSİTE EĞİTİMİ ALDINIZ. BU MERAK NASIL BAŞLADI?
Öğrenmeye karşı hep içimde bir açlık vardı. Tıptan sonra Uluslararası İlişkiler okudum. Ardından Tıptan başka Sağlık Kurumları İşletmeciliği, Adalet, Yerel Yönetimler, Acil Durum ve Afet Yönetimi… Toplamda beş farklı üniversite diploması aldım. Her biri bana farklı bir pencere açtı. Erzurum’da başladığım Rekreasyon bölümünü ise belediye başkan adaylığı açıklanınca bırakmak zorunda kaldım. Her öğrenim süreci, bana yalnızca bilgi değil, sorumluluk kazandırdı.

BU KADAR FARKLI ALANDA EĞİTİM ALMAK SİZE NE ÖĞRETTİ?
Bir hocam şöyle derdi: “Kitaplar kanamaz.” Gerçekten de öyle… Kitaplar öğretir ama hayat eğitir. Belediyecilik de tıp kadar sahada öğrenilen bir iş. O yüzden okuduklarımı rafa kaldırmadım. Hepsini pratiğe dönüştürmeye çalıştım. Bugün Dörtyol’da sadece bugünü değil, geleceği inşa etmeye uğraşıyorum.

AKADEMİK KİMLİĞİNİZDE HANGİSİ DAHA BASKINDI: TEORİ Mİ, PRATİK Mİ?
Kesinlikle pratik. Kitaplar yön verir ama sahada yaşananlar insanı dönüştürür. Ben bilgiyle değil, insanla temas ettikçe büyüdüm. Üniversiteler bana vizyon kattı ama o vizyonu hep toprağıma, insanıma taşıma gayretinde oldum. Bilgi, ruhla buluştuğunda anlam kazanır. Ben hep o anlamın peşinden gittim.

EŞİNİZLE NASIL TANIŞTINIZ?
Gülsüm Hanım’la yollarımız Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde kesişti. Belki de sınıf tekrarının en büyük kazancı, onu tanımam oldu. Ortak dersler, benzer düşünceler ve aynı idealleri paylaşan iki genç olarak zamanla kurduğumuz arkadaşlık, çok daha derin bir anlam kazandı. Bu, klasik bir aşk hikâyesinden çok, iki idealistin omuz omuza verdiği bir yolculuktu. Hayata dair sorularımıza birbirimizde cevap bulduk. Bizi bir araya getiren yalnızca duygular değildi; birlikte üretme ve geleceğe iz bırakma hayaliydi. Bugün hâlâ en yakın arkadaşım, en güvenilir dostum, en kıymetli yol arkadaşımdır.

AİLENİZLE İLİŞKİNİZ NASIL?
Gülsüm Hanım’la kurduğumuz hayat, karşılıklı saygı, anlayış ve dayanışma temelleri üzerine inşa edildi. Kendisi yalnızca hayat arkadaşım değil; oğlumuz Erk Bahadır ile birlikte en büyük destekçim oldu. Karar anlarında hep yanımda yer aldılar; en zorlu dönemeçleri birlikte aştık. Ailemden gördüğüm sevgi ve güven, hayatın her eşiğinde bana güç verdi. Attığım her adımda eşimin ve oğlumun izleri var. Bu yolculukta en büyük fedakârlığı onlar yaptı ve yapmaya da devam ediyorlar.

DÖRTYOL’A GELİŞİNİZ NASIL GERÇEKLEŞTİ?
1993’te Gülsüm Hanımın tayini Dörtyol’a çıktı. O dönemde ben Elazığ’da mecburi hizmetimi yapıyordum. Nikâhımızı kıydık ve eş durumu nedeniyle 1994’te ben de Dörtyol’a atandım. Yeni evliydik, yepyeni bir şehirde, sıfırdan bir hayat kuruyorduk. O gün farkında değildik ama Dörtyol, sadece bir görev yeri değil, kaderimizin yeniden yazıldığı yer olacaktı.

ASKERLİK SÜRECİNİZ NASIL GEÇTİ?
Dörtyol’a gelir gelmez askerlik görevim başladı. Evliliğimizin henüz başındaydık… Mardin’e, terör bölgesine asteğmen olarak gittim. 12 ay sürecek denilen görev, bölgedeki şartların zorluğu nedeniyle 18 aya uzadı. Teğmen rütbesiyle geri döndüm. Genç yaşımızda büyük bir sınav verdik. Eşimin sabrı, ailemin desteği olmasa o süreci bu denli dimdik geçirmek kolay olmazdı.

DÖRTYOL’DA KALMA KARARINI NASIL VERDİNİZ?
Aslında planımız Adana’ya geri dönmekti. Hatta ilk evimizi bile oradan almıştık. “Kirada oturmayalım, nasılsa döneriz” diyorduk. Ama insan, bazen köklerini planladığı yere değil, kalbinin tuttuğu yere salar. Dörtyol’un sıcaklığı, insanının samimiyeti içimize işledi. Burada evlatlarımız doğdu. Yıllar geçtikçe fark ettik ki, artık biz bu şehrin bir parçasıydık.

MESLEĞİNİZE DÖRTYOL’DA NASIL DEVAM ETTİNİZ?
İlk yıllarda sağlık ocaklarında çalıştım, acil nöbetleri tuttum. Sonra Kuzuculu’da iki evladımız dünyaya geldi. Ardından muayenehanemi açtım. Gece yarılarına kadar hasta baktığım günler oldu. Zamanla Dörtyol’un dört bir yanından, hatta çevre illerden gelen hastalarım oldu. İnsanlar beni sadece bir doktor olarak değil, evlerinin bir ferdi gibi gördü. O bağ, sadece bir hekimin değil, bir insanın bir başka insana duyduğu içten güvenin bağıydı.

DÖRTYOL HALKIYLA BU KADAR GÜÇLÜ BİR BAĞ NASIL KURULDU?
Bu şehirle aramda kurulan bağ, yalnızca meslekten doğmadı; kalpten kuruldu. Sevinçte de vardık, acıda da… Ama asıl dönüm noktası, 2019 yılında yaşadığımız büyük acıydı. Oğlum Yılmaz’ı kaybettik. Hayatımın en karanlık dönemiydi. O acıyı tarif edecek bir kelime yok. Ama o dönemde dostlarımız ve Dörtyol halkı elimizden tuttu. Yalnızca baş sağlığı dilemediler; bizi omuzladılar, ayağa kaldırdılar.
İşte o gün anladım ki, bu şehirle aramızdaki ilişki artık bir dostluk değil, bir vefa bağıydı. Bugün ne yapıyorsam, her adımımda Yılmaz’ın ve Dörtyol’un hatırasını taşıyorum.

SİYASETE İLGİNİZ NASIL BAŞLADI?
Siyaset benim için hiçbir zaman makam arayışı olmadı; vicdanımın sesi, topluma karşı sorumluluğumdu. Öğrencilik yıllarımda derneklerde, yardım çalışmalarında hep en öndeydim. Ailemde siyasetle ilgilenen yoktu ama Atatürkçü, halkçı değerlerle büyüdüm. Lise yıllarımda CHP’ye gönül bağım oluştu. Bir gün insanlar gelip, “Sen ol, biz arkandayız” dediklerinde anladım ki, bu güvene sırt dönülmezdi. Adaylık bir hedef değil, üzerime düşen bir sorumluluktu.

2019’DAKİ ADAYLIK TEKLİFİNİ NEDEN KABUL ETMEDİNİZ?
Çocuklarımın eğitimi açısından kritik bir dönemdi. Hayatta bir şeyi öğrendim: Zamanlama, siyasetin vicdanıdır. Ne ailemi ihmal edebilirdim ne de halka karşı özensiz olabilirdim. Ama o süreçte boş durmadım. Belediyecilik eğitimi aldım, sistemi sahada gözlemledim. Çünkü bilirim; kitap başka yazar, hayat başka öğretir.

ADAYLIK KARARINIZI ŞEKİLLENDİREN DUYGU NEYDİ?
Dörtyol’a olan borcum. Bu şehir bana hayatın en gerçek hâlini verdi: Yuvamı, çocuklarımı, acılarımı, sevinçlerimi… Sokaklarda yürürken insanların gözlerinde şu vardı: “Bizi anlayan biri gelsin.” O gözler bana sadece bir çağrı değil, bir görevdi. Artık sadece izlemek değil, elimi taşın altına koymak gerekiyordu. Sıra, vefamı gösterme zamanıydı.

SEÇİMİ NASIL KAZANDINIZ?
Kâğıt üzerinde imkânsızdı. Cumhur İttifakı 45 bin oydaydı, biz 12 binde… Ama biz kâğıda değil, halkın kalbine baktık. Farklı görüşleri, ortak vicdanda buluşturduk. 11 bin farkla kazandık. Ama bu benim için bir zafer değil, bir başlangıçtı. 32 bin insanın oyuyla seçildim. Bu bir mazbata değil, emanet. Artık bir grubun değil, herkesin başkanıyım. Ve hedefim sadece seçilmek değil; yüzde 70’in güvenini kazanmak.

GÖREVE GELDİĞİNİZDE NASIL BİR TABLOYLA KARŞILAŞTINIZ?
Bir belediyeden çok, acil müdahale alanı gibiydi. 500 milyon TL borç, hacizli mülkler, işlemez sistemler... 527 dava dosyası vardı. Dörtyol, adeta entübe durumdaydı. Önce nefes aldırdık, şimdi iyileştirme sürecindeyiz. Sistem kuruyoruz. Belediyeye kurumsal kimlik kazandırıyoruz. Kent lokantası, halk ekmek, hasta taşıma, hayvan bakım evi, mesire alanları, parklar… Belediyeyi sosyal adaletin sesi hâline getiriyoruz.

MALİ VE HUKUKİ DURUM SİZİ NASIL ETKİLEDİ?
Borç sadece rakamdan ibaret değildi. Hacizli araçlar, ipotekli mülkler, çözümsüz davalar... Gerçek yük 800 milyonu aşıyordu. Ama en büyük kayıp, halkın güveniydi. Biz onu geri kazanmaya çalışıyoruz. Şeffaflıkla, adaletle, çözümle… Artık haciz konulamayan, düzenli ödeme yapan, güven veren bir belediyemiz var.

TÜM BU ZORLUKLARA RAĞMEN NELER YAPTINIZ?
Dörtyol’un potansiyeli büyük ama uzun süre göz ardı edilmiş. Beşik Gölü’nü düzenliyoruz. Sahilleri halkın kullanımına açıyoruz. Mesire alanları, yürüyüş yolları, bisiklet parkurları...
Halka tekne turları, festivaller, tiyatro, spor... Çünkü belediyecilik sadece asfalt değil; ruhu olan bir şehir inşa etmektir. Tabi ki bu şehrin depreme dirençli olması şart.

BELEDİYE PERSONEL YAPISI NASILDI?
Kadrolar şişmiş, sistem tıkanmıştı. 527 çalışanla devraldık, 490’a düşürdük. Kamyonlarımız 1998 modeldi, araçların çoğu hacizliydi. Ama eldekiyle mucize yaratıyoruz. Kepçeleri tamir ettik, sistem kurduk. Bu şehir hepimize ait. Katkı da, sorumluluk da ortak olmalı.

SİZİ EN ÇOK NE ZORLADI?
Samimiyetimizin suistimal edilmesi… Güler yüzümüzü zayıflık sananlar oldu.
Ama biz sustuk, gözlemledik. Artık herkes biliyor: Kim olursa olsun, yanlış yapan karşısında beni bulur. Kaçak yapıysa yıkarım, haksızlıksa durdururum. Çünkü bu gemi limana sağ salim ulaşacak. Emanet halkın, görev bizim.

GENÇLERİN GÖÇÜYLE NASIL MÜCADELE EDECEKSİNİZ?
Gençler bu şehirde hayal kuramıyor, tutunamıyor. Biz bu iklimi değiştireceğiz.
Kültür merkezleri, sanat atölyeleri, doğa sporları, festivaller, plajlardan denize girilebilen bir turizm şehri... Sadece yaşam alanı değil, aidiyet duygusu inşa ediyoruz. Dörtyol onların evi olacak.

DÖRTYOL VE KENDİ GELECEĞİNİZ İÇİN NASIL BİR HAYALİNİZ VAR?
Ben günü değil, yarını düşünüyorum. Amacım sadece mevcut sorunları yönetmek değil; geleceği öngören, sürdürülebilir, vicdani temellere dayanan ve her türlü riske karşı dayanıklı bir sistem inşa etmek. Yerel yönetim anlayışımızın merkezinde; sosyal adaleti önceleyen, katılımcılığı teşvik eden ve ortak akılla şekillenen bir yapı bulunuyor. Bu doğrultuda hayalim, sadece bugünün ihtiyaçlarına cevap veren değil, gelecek kuşakların yaşam hakkını güvence altına alan bir Dörtyol’dur.
Dörtyol’u afetlere karşı dirençli, çevresel tehditlere karşı hazırlıklı ve iklim krizine duyarlı bir kent haline getirmek en öncelikli hedeflerim arasında. Dirençli şehir vizyonumuz; altyapısıyla güçlü, doğayla uyumlu, kriz anlarında hızlı refleks gösterebilen ve toplumsal dayanışmayı esas alan bir yaşam alanı oluşturmayı amaçlıyor.
Betonla değil, ruhla örülmüş bir şehir hayal ediyorum. Üreten, paylaşan, nefes alan, yaşanabilir bir Dörtyol... Başarı, yalnızca bir hedefe ulaşmak değil; bizden sonra gelenlere temiz, güvenli ve umut dolu bir zemin bırakabilmektir. Bu anlayışla, kentimizi sadece bugün için değil, yarının ihtiyaçlarına da cevap verebilecek şekilde dönüştürmek için çalışıyorum.

İKİNCİ DÖNEM İÇİN NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?
Başlarken “bir dönem yeter” diyordum. Ama şimdi görüyorum ki başlattığımız yapıyı kalıcı kılmak için bir dönem daha şart. Keşke beş yıl önce başlasaydık... Ama hâlâ geç değil. Atatürk’ün izinde, adaletli ve sağlam temelli bir şehir bırakmak istiyorum.

NEDEN SÜREKLİ EKİP VURGUSU YAPIYORSUNUZ?
Çünkü ben hiçbir zaman “ben” demedim. Hayatım boyunca “biz” oldum. Yalnız yürümek bana göre değil. Omuz omuza olmak, birlikte üretmek, birlikte başarmak... Ekip ruhu benim için yöntem değil; inancın ta kendisi. Kalıcı olan, birlikte kurulan yapıdır.
27 ÜLKE GEZMİŞSİNİZ. BU DENEYİM SİZE NE KAZANDIRDI?
Her ülkeden bir iz taşıyorum. Gördüğüm her şey, bir tuğla gibi düşünce dünyama eklendi. Gittiğim yere bilgi taşıdım, döndüğümde tecrübe getirdim. En büyük servetim; öğrendiklerim. O bilgi birikimini toprağa gömmek, bana göre ihanettir. O yüzden hep paylaşıyorum, yol gösteriyorum, anlatıyorum. Çünkü bildikçe borçlanıyoruz, anlattıkça o borcu ödüyoruz.
BİR KİTAP KULÜBÜ YÜRÜTTÜĞÜNÜZÜ BİLİYORUZ…
Evet, dokuz yıl boyunca her ay bir kafede buluştuk. Şimdi artık kendi kütüphanemizdeyiz. Her ay bir kitap seçip birlikte okuyor, tartışıyoruz. Atatürk’ün 3.000 kitap okuyup altını çizdiği satırları kendimize rehber edindik. Benim hayatımda örnek aldığım tek kişi var: Mustafa Kemal Atatürk.
SİYASET SİZCE NASIL BİR ALAN? YORUCU DEĞİL Mİ?
Siyaset, bana göre bir kavga alanı değil; çözüm üretme sanatıdır. Ne yazık ki bugün bu alan, laf atışlarının arenasına döndü. Ama biz farklıyız. Masaya önce nezaketle otururuz. Gerekirse yumruğu da vururuz ama önce çözüm deriz. Dikleşmem ama dik dururum.
DOKTORSUNUZ, ŞİMDİ BİR ŞEHRİ YÖNETİYORSUNUZ. BU İKİ ROL ARASINDA NASIL BİR BAĞ VAR?
Doktorluk, karar vermektir. Yanlış karar bir cana mal olabilir. Belediye yönetimi de aynı hassasiyeti gerektirir. Şehir, canlı bir organizmadır. Her müdahale bilinçle, vicdanla, yasayla yapılmalıdır. Nasıl hastaya özel tedavi varsa, belediyecilikte de halkın ihtiyacına uygun hizmet olmalı.
İNSANLARLA İLİŞKİLERİNİZDE NASIL BİR DİL KULLANIYORSUNUZ?
İnsan kutsaldır. Mezhebi, dili, düşüncesi ne olursa olsun, eşit ve onurlu yaşam hakkına sahiptir. Ben Atatürkçü, laik bir bireyim ve bu değerlerle herkese empatiyle yaklaşırım.
Anatomisini de bilirim, acısını da… O yüzden yönetirken de kalpten yönetirim.
GENÇLERE VE ÇOCUKLARA YAKLAŞIMINIZ NASIL?
Çocukların gözlerindeki o ışık bana yön verir. Anne karnında ultrasonla gördüğüm bebeklerin bugün nikâhlarını kıyıyorum. Bu bağ tarifsiz… Gençlere sadece yol değil, yön göstermeliyiz. Onların kalmak isteyeceği bir şehir kurmak zorundayız.
KENDİNİZDE EN ÇOK DEĞER VERDİĞİNİZ PRENSİP NEDİR?
Dürüstlük. “Yemem, yedirmem.” Devletin ve halkın hakkı kutsaldır. Kazanmak anlıktır, ama başarı kalıcıdır. Başarının yolu vicdandan, adaletten ve azimden geçer.
BU YOLDA SİZİ EN ÇOK NE MOTİVE EDİYOR?
Sokakta sarılan bir çocuk, bir yaşlının içten duası, bir annenin yorgun yüzündeki gülümseme… İşte bu anlar, tüm yorgunluğu unutturur. Siyaset sevgiyle yapılmalı. Kavga geçer ama sevgi kalır.
SİYASETTE DAHA YÜKSEK MAKAMLARA ÇIKMAYI DÜŞÜNÜYOR MUSUNUZ?
Şimdilik böyle bir planım yok. İkinci dönemi hedefliyorum. Ama memleketin bana ihtiyacı olursa, hazırlanır ve yola çıkarım. Plansız adım atmam. Çünkü bilirim ki: Hazırlık, cesaretin temelidir.
SİYASETTE KADINLARIN YERİ SİZCE NEREDE OLMALI?
Tam merkezde! Kadınlar bu toplumun taşıyıcı kolonu. Onlar olmadan siyaset de yürümez, toplum da. Siyasete girmemem gerektiğini söyleyenler oldu. Ama biz kararlılıkla yürüdük. En büyük desteğim eşimdi. Bu yürüyüşte onun emeği büyük.
İŞ DÜNYASINDAN BEKLENTİLERİNİZ NELER?
Dörtyol’dan kazanan herkes, Dörtyol’a da katkı vermeli. Kültür merkezi, spor alanları, belediye binası… Tüm bunları sadece belediye bütçesiyle yapmamız mümkün değil. Bu bir çağrıdır: Herkes elini taşın altına koymalı.
BUGÜN GERİYE DÖNÜP BAKTIĞINIZDA NE HİSSEDİYORSUNUZ?
Yıllar önce “Doktor Bahadır” olarak çıktığım yolda, bugün “Başkan Bahadır” olarak yürüyorsam, bunu halkıma borçluyum. Şimdi sıra, bu güvenin karşılığını vermekte. Dörtyol için elimden ne geliyorsa yapacağım.
BUGÜNKÜ MOTİVASYON KAYNAĞINIZ NEDİR?
Her sabah kalktığımda kendime tek bir soru sorarım: “Bugün kimin hayatına dokunabilirim?” İşte bu sorunun peşinden bir ömür geçer. Hekimken de böyleydi, başkanken de.
GENÇLERE NE SÖYLEMEK İSTERSİNİZ?
Sabırlı olun. Kolay gelen başarı, çabuk kaybolur. Kendinize güvenin. Kimseden umut beklemeyin; kendi iç ışığınız size yeter. Hayat bazen sizi uçmak istediğiniz gökyüzünden alır, bilmediğiniz bir sokağa bırakır. Ama yürümeyi bilirseniz, o sokakta da kendi gökyüzünüzü kurarsınız.
SON SÖZÜNÜZ NE OLURDU SAYIN BAŞKAN?
Bahadır Amaç’ın hikâyesi, sadece bir hekimin belediye başkanlığına uzanan kariyer yolculuğu değil; hayata karşı duruşunu hiç kaybetmemiş, mücadeleyle yoğrulmuş bir yaşamın ta kendisidir. Benim cümlelerimde bir iddia yok; bir sorumluluk, bir inanç, bir vefa var. Dörtyol’a bir makamdan değil, bir yürekten bakıyorum. “Temiz bir iz, sağlam bir yapı, vicdanla yürünmüş bir yol...” diyorsam eğer, bu sadece bir slogan değil, benim en derin niyetimdir. Çünkü benim meselem yalnızca bugünü onarmak değil; yarını kurmak, bu kente alnı açık bir miras bırakmak. Benim meselem kazanmak değil, başarmak. Bu şehri birlikte ayağa kaldıracağız. Sessiz ama kararlı adımlarla, birlikte ve omuz omuza… Adaletle, vicdanla, ortak akılla… Dörtyol yürümeye başlayacak. Ve biz, o yürüyüşün öncüsü olacağız. Çünkü bu yalnızca bir belediye başkanının değil, bu şehre gönülden bağlı bir adamın yürüyüşüdür.

Habere Ait Resimler